23 Temmuz 2013 Salı

Macaristan'da Türk İzleri


Anayurttan Atayurda Türk Dünyası Dergisi, Yıl:10, Sayı 23, 2002, Sayfa:35-47.
  

MACARİSTAN’DA TÜRK  İZLERİ

 
Selçuk Çolakoğlu[1]
 

2002 yazında bir aylık bir programa[2] katılmak için düştü yolum Macaristan’a. Ancak bu seyahat benim için tarihe yapılan bir yolculuk oldu. İstanbul’dan uçakla iki saatte varılan Macaristan, Macarlar için olduğu kadar bizim için de çok anlamlıymış meğer. Hemen hemen herkes Osmanlı döneminde Budapeşte’nin adının Budin olduğunu bilir. Ancak bizim için Budin çok eskilerde kalmış bir beldenin adıdır. Kimse doğru dürüst bilmez Budin’in Türkler açısından hikâyesini. Sadece Balkanlardaki bir çok beldeyle birlikte anılır adı o kadar. Peki ya Estergon, Mohaç, Zigetvar ve Kanije size neler hatırlatıyor?  Evet, benim de Macaristan’a gitmemle donakalmam bir oldu. Tüm bu isimler, bugün de kullanılan şehir adlarıydı.

Tuna nehrine nâzır Estergon kalesinin taşlarına dokunurken diğer yabancı turistler neler hissetti bilemiyorum. Ama ben tarih tünelinin içine dalmış gibi hissediyordum kendimi. Küçüklüğümde seyrettiğim Kara Murat filmleri ve Cüneyt Arkın’ın bir burçtan öbür burca sıçrayışı, Ömer Seyfettin’in tarihi kahramanlık hikâyeleri ve Yahya Kemal’in hasret kokan Rumeli dizeleri birer birer canlanıyordu zihnimde. Lise tarih kitaplarında Osmanlı’nın yükseliş ve çöküşünü anlatan kuru cümleler içindeki tarihi Macar şehirleri de birer birer sıyrılıp geliyordu. Estergon Kal’asına oturmuş Mavi Tuna’yı seyrediyorum dalgın gözlerle. Evet, Türk edebiyatında üzerine binlerce şiirler yazılmış, aşk hikâyeleri anlatılmış güzel Tuna hemen önümde kıvrılarak biraz da nazlanarak akıyordu. Osmanlı’dan kalma bir tek çivi bile bırakmamışlar ama olsun Estergon yine benim şehrimdi. Budin’in kuzeyindeki bir sınır kalesiydi Estergon besbelli. Akıncılar burada cirit atıyor, bir adım ötedeki Viyana’dan veyahut başka bir düşman ilinden yapılabilecek “kahpe” saldırılara karşı koruyorlardı hem bu beldeyi hem de tüm Osmanlı’yı. Bazen de Tuna nehrinin sularına bakarken dalıp Menderes’in, Kızılırmak’ın, Fırat’ın ve Nil’in kıyısında bıraktıkları sevdiklerini düşünüyorlardı.

Beni esas şaşırtan ise Osmanlı’nın burada yaklaşık bir buçuk asır kalmış olmasıydı. Dile kolay onca yıl kaç nesil gelip geçmişti buradan. Halbuki Osmanlı’nın Balkanlar tarihi kuru cümlelerle anlatılır lise tarih kitaplarında. İnsan birkaç yıllık dönem sanıyor bunu. Acaba o satırları yazanlar bir kez olsun gelip görmüşler miydi bu beldeleri? Gelseler bu kadar yavan anlatabilirler miydi bu beldelerin destanlarını?  Buradan gelip geçen onca Anadolu evlâdının hikâyelerini birkaç satıra sığdırabilirler miydi o zaman?

 Ya Türklerin Avrupalılığını sorgulayan, Avrupa’yı bir “Hıristiyan Kulübü” sananlara ne demeli. Avrupa’nın göbeğinde her şeye rağmen bugüne kadar direnmiş camileri, türbeleri ve Müslümanların mezar taşlarını hiç mi görmüyorlar? Tarih kitaplarına hiç mi göz atmadılar. Yoksa okumak mı istemiyorlar? Ecdât asırlar öncesinden Avrupalıymış zaten. Kimseye yalvarmadan, kendi olarak ve bileğinin gücüyle kabul ettirmiş Avrupa’ya kendini. Aynı zamanda hem Asyalı hem de Afrikalı olmuş. Yalvarma yok, yakarma yok, hele “ev ödevi” hiç yok. Çünkü ödevleri o zaman biz verirmişiz Fransa kralına, Habsburg hanedanına. Hele bir okutmak lazım onlara Eğri (Eger) Kal’ası şiirinin dizelerini.

Küffar sanır hüccet almış Eğri’ye

Hâli benzer nefes çekmiş bengiye

Bire sorun Nemçeliye Lehliye

Ne çabuk unuttular

Mohaç Zigetvar’ı Temi Barı uyması

 

Yağız atın dikelinceyesi

Başımızdan esti gaza nefesi

Bire sorun nerde Nemçe Kalesi

Dayanır mı zülfikâre kellesi

 

Budapeşte


Osmanlı zamanında Budapeşte, Tuna Nehri’nin batısındaki Buda ve Obuda ile nehrin doğusundaki Peşte’den ibaret üç ayrı yerleşim yeriymiş. Tabii içlerinde en önemli olan Buda yani Osmanlı dönemindeki adıyla Budin imiş. 1540-1686 yılları arasında Osmanlı idaresine giren Budin, tıpkı bugünkü Macaristan’ın tamamına yakını gibi yaklaşık bir buçuk asır Türklerin hakimiyetinde kalmıştır. Budapeşte, Karadeniz üzerinden Tuna yoluyla İstanbul’dan nispeten kolay ulaşılan bir vilayet merkezi olduğu için kolayca Türkleşmiş. Budapeşte’nin her üç kısmında Evliya Çelebi’nin anlattığına göre 25 cami, 47 mescit, 12 medrese, 16 sıbyan mektebi, 10 tekke ve yanlarında türbeleri, 2 hamam, 8 ılıca, 9 han, 1 çeşme ve 1 baruthane bulunuyordu. Camilerin bir kısmı kiliseden çevirme olsa da çoğu klasik Osmanlı mimarisiyle yapılmış eserlerdi.Yani tıpkı bir çok Rumeli beldesinde olduğu gibi Budapeşte’nin bir Edirne’den, bir Bursa’dan hiçbir farkı yoktu. Macar Milli Müzesi’nde Osmanlı dönemi şehirlerini canlandıran tüm gravürler tipik Osmanlı beldesi özelliğini yansıtmaktadır.

Bugüne gelene kadar Osmanlı döneminden kalma eserlerde çok dramatik bir düşüş olmuş. Budapeşte’de halen 4 hamam-ılıca, 1 türbe, 1 kabir, 1 mezarlık, Türkler tarafından cami olarak kullanılmış ve mihrabı duran birkaç kilise ile müzelerde sergilenen bazı eşyalar bulunmakta. Estergon gibi pek çok yerde kasıtlı olarak Türklerden kalma hiçbir iz bırakılmamış. Ancak geride kalan bu az sayıdaki Osmanlı eserine artık sahip çıkıldığını görmek insanı biraz olsun teselli ediyor. Bir tarafta Türkiye’nin kurum ve kuruluşlarının gayretleri, diğer tarafta Macarların iyi niyeti. Macarlar artık Türk eserlerini bir kültürel zenginlik olarak görüyorlar. Belki de eskiden yaptıkları tahribatın ezikliğini üzerlerinden atmaya çalışıyorlar. Zaten Türk eserlerinin tahrip edilmesi Osmanlı hakimiyetinin sona erdiği ilk yüzyıl içinde olmuş. Bu bağnazlıkta Macarlardan çok esas hakim unsur olan ve Osmanlı’nın baş hasımlarından Avusturya Habsburg İmparatorluğu’nun yani Almanların payı büyük. Zaten 1686 yılında Budin düştükten sonra uzun yıllar Macarlara yerleşme izni vermeyip sadece Almanları yerleştirmişler. Tabii diğer taraftan tam bir turizm cenneti haline gelmiş Macaristan, ülkesine gelen yabancı turistlere Osmanlı eserleri sayesinde kültürel zenginlik sunma imkânına da kavuşmuş oluyor. En azından biz Türkleri çekiyor buralara.

Prof. Simai’nin Osmanlı üzerine sözleri


Macar Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Mihaly Simai, çeşitli defalar yaptığım görüşmelerde bana Osmanlı’yla ilgili çok ilginç şeyler anlattı. Prof. Simai’ye göre Macaristan’da 150 yıl hüküm süren Osmanlı’nın tarihi, burayı sonradan ele geçiren Avusturyalılar tarafından çarpıtılmış. Macarlar Osmanlı toplumuyla son derece iyi bir şekilde kaynaşmışlar ve Osmanlı’da Macar paşalar da bulunuyormuş. Değişik iş kollarında çalışmak üzere bazı Macarlar tüm Osmanlı coğrafyasına dağılmışlar. Macar mutfağı Türk mutfağından çok etkilenmiş. Normalde Macar mutfağında kullanılmayan baharat, Türk mutfağından etkilenerek yaygınlaşmış. Ayrıca Türk hamamları da sosyal ve kültürel açıdan Macarlara büyük bir katkı sağlamış. Bir Macar akademisyeninin hem de güya karşı cepheden birinin Osmanlı’yı böyle takdir etmesi oldukça ilginç.

Prof. Simai’nin anlattığı bir başka konu daha var. Osmanlı Macaristan’ı fethettikten sonra, padişah tüm Macarca eserlerin Türkçe’ye tercüme edilmesini emretmiş. Böylece o zamana kadar Macarca yazılmış önemli bir çok edebi eser Türkçe’ye çevrilip İstanbul’a gönderilmiş. Daha sonra bu eserlerin Macarca asılları savaşlar ve doğal afetler gibi sebeplerden ötürü kaybolmuş. Şimdi Macar tarihi ve edebiyatı üzerine çalışan uzmanlar kendi kültürlerini öğrenebilmek için İstanbul’daki Osmanlı kütüphanelerinde çalışma yapıyorlarmış.

Gül Baba Sokağı ve Türbesi


Gül Baba Türbesi Budapeşte’nin Obuda semtinde Macarca Rozsadomb yani Gül Tepesi denen bir yerde. Türbeye giden yola da Gül Baba Sokağı adını takmışlar. Yamaca kurulmuş bu sokakta hâlâ cumbalı Türk evlerini bulmak mümkün. Eski İstanbul sokaklarını hatırlatan Arnavut kaldırımlı bu dar sokak, âdeta insanın içini okşuyor.

Gül Baba Türbesine gelince... Bir Bektaşi Dervişi olan ve 1541’deki Budin Savaşı sırasında şehit düşen Gül Baba, külahında hep gül taşıdığı için Gül Baba veya Gül Dede olarak anılırmış. 1531’de Kanuni Sultan Süleyman’ın davetiyle Budin’de tekke kurmuş. Türbenin yanındaki tekke, Budin düştükten sonra yıkılmış. Türbe ise çok defalar tadilat görmüş. Mütevazı türbesini çevreleyen bahçesinde küçük bir havuzu ve gül saksıları var. Gül Baba’nın sandukasının yer aldığı türbenin içi ise hat sanatıyla yazılmış çeşitli ayetlerle süslenmiş. Üzeride ayetler yazılı yeşil örtülü ve başında Bektaşi sarığı bulunan sandukanın etrafına rasgele seccadeler sermişler. Türbe bahçesiyle birlikte gayet temiz ve bakımlı. Budapeşte’nin ortasında insana ayrı bir medeniyetten seyir zevki veriyor.

Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa Kabristanı


Osmanlı’nın son Budin beylerbeyine ait bu kabir, Buda kalesinin kuzey ucunda yani Siyavuş Paşa burcu üstünde yer alıyor. Kabristan bir zamanlar mescit olarak kullanılan Magdalene kulesine (Orta Cami) yakın ve Askeri Tarih Müzesi’nin hemen arkasında. Abdurrahman Paşa Kabri’nin Gül Baba gibi türbesi yok. Mezar taşına Macarca, eski ve yeni harflerle Türkçe yazılar yazılmış. Mütevazı ama şirin kabri çiçeklerle süslenmiş.

Mezar taşında son Budin Beylerbeyi Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa’nın 2 Eylül 1686 günü öğleden sonra kabrinin bulunduğu yerin yakınlarında 70 yaşındayken şehit düştüğü yazılı. Budin’in son Osmanlı valisi şehrin savunmasında gösterdiği cesaretten dolayı “kahraman düşman” olarak takdir görmüş. Osmanlı’dan kalan her iz hemen silinmeye çalışılsa da onun için bir kabir yapılmış. Abdurrahman Paşa, Gül Baba’dan sonra kabrine saygı gösterilen ikinci kişi.

Türk Mezarlığı


Kraliyet Sarayı’nın yanındaki bu mezarlık, Buda kalesinin güney ucunun hemen dışında, Mustafa Paşa ve Debbağhane hamamlarının biraz kuzeyinde yer alıyor. Mezarlık, on onbeş  kadar sarıklı mezar taşından ibaret. Burası eskiden kalma bir kabristan olmayıp Buda kalesi içinde bulunan mezar taşları sonradan bir araya getirilip yapay bir mezarlık oluşturulmuş. Büyük ihtimalle bu civar Osmanlı döneminde mezarlık olarak kullanılıyordu. Mezarlığın etrafı 2000 yılında Türk Büyükelçiliği’nin gayretleriyle çevrilip koruma altına alınmış. Evlad-ı Fatihan’ın kabirleri, Tuna nehrine nazır nefis yeşillik yamaçta bulunuyor. Buradaki kavuklu mezar taşları tarihe âdeta meydan okuyorlar ve Müslüman Türk’ün asırlar öncesinde burada olduğunu haykırıyorlar.

Sokullu Mustafa Budai Paşa (Rudas) Hamamı


Diğer adı Yeşildirekli Ilıca olan bu hamam, Budin Beylerbeyi Sokullu Mustafa Budai Paşa (1566-1578) tarafından yaptırılmış. Bu hamam Tuna nehrinin kenarında ve bugünkü Elizabeth köprüsünün hemen yanı başında Buda yani Budin tarafında yer alıyor. Yeşil kubbeli mütevazı bir bina. Bir tarafında sonradan yapılmış ekler olmakla birlikte, geleneksel Türk hamamı mimarisinin bütün unsurlarını barındırıyor. Budapeşte’deki diğer üç Türk hamamı gibi halen faaliyetlerini sürdürüyor. Bu hamam aynı zamanda Tuna nehri kenarında rahatlıkla göze çarpan tek Osmanlı eseri olma özelliğine sahip. Diğer Osmanlı kalıntıları biraz daha gözden ırak yerlerde. Budapeşte’de ilk gördüğüm ata yadigârı bu eser, beni fazlasıyla heyecanlandırdı. Öyle ya Macaristan nere, Türkiye nere.

Horozkapısı (Kiraly) Hamamı


Budapeşte’deki dört Türk hamamından bir diğeri Horozkapısı hamamı. Buda’nın kuzey tarafındaki Obuda semtinde yer alıyor. İki tarafına sonradan ilave yapılmasına rağmen, diğer cepheleri ve şirin kubbeleriyle kimliğini ilan ediyor. Görür görmez insanın içi ısınıyor. Bazılarına göre bu hamam, Yahya Paşa oğlu Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış. Fakat yaygın görüş Sokullu Mustafa Paşa dönemine ait olduğu yolunda. Budin düştükten sonra Kiraly ailesinin eline geçtiği için, Macarca bu adla anılmaya başlanmış. Bu hamamın tarihi de 1580 yılına kadar uzanıyor.

Debbağhane (Rac) Hamamı


Bu hamam, Buda kalesinin güneyinde, Gellert tepesinin yamacında kurulu. Sokullu Mustafa Paşa hamamının yaklaşık 200 metre ilerisinde. Osmanlılardan kalma kare şeklindeki esas bina arka tarafta olduğu gibi duruyor. Ancak bu hamamın dış mimarisi Mustafa Paşa ve Horozkapısı hamamlarından biraz farklı. Dört köşe binası diğerlerinin neredeyse iki katı yüksekliğinde. Çatısı da kubbeli olmayıp birbirleriyle uç uca bitiştirilmiş saçaklardan oluşmakta.

Veli Bey (Lukacs) Hamamı


Veli Bey hamamı Obuda tarafında ve Gül Baba Türbesi’nin az ilerisinde yer alıyor. Bu hamam diğer üç hamamdan farklı olarak orjinal görüntüsünü sonradan yapılan tadilatlar sonucunda kaybetmiş. Ben girmedim ama iç dekorunun geleneksel Türk hamamı özelliğini koruduğu söyleniyor. Macarca isimlerle anılsalar da Budapeşte’deki tüm hamamların Türklerden kalma olduğu ısrarla vurgulanıyor.

Gellert Tepesi Kalesi


Gellert Tepesi, Budapeşte’ye nazır en yüksek tepe. Buda tarafının güney ucunda yer alan bu tepeden şehrin her tarafını görmek mümkün. Bu tepe üzerindeki kalenin burçları Osmanlı’dan kalma. Ancak bu burçlardan başka Türklerden kalma özel bir ize rastlanmıyor. Osmanlı zamanında bu tepelerin yamaçları, tıpkı Margaret Adası’nda olduğu gibi bağcılık için kullanılmış.

Cami olarak kullanılmış kiliseler


Osmanlı döneminde Türk mimarisiyle inşa edilmiş camiler maalesef bugüne bırakılmadığı için, o dönemde cami olarak kullanılmış kiliselerden bahsetmekle yetineceğim.

Halen dimdik ayakta olan Magdalene Kulesi yani Orta Cami, Budin kalesinin içinde Siyavuş Paşa burcunda bulunuyor. Adından da anlaşılacağı gibi kule şeklindeki bu yapı, başkaları tarafından inşa edilmiş, Osmanlı döneminde de dönüştürülerek cami olarak kullanılmış. Bu dönemde yanına bir de minare ilave edilmiş. İlk bakışta hiç de ibadethaneye benzer bir görüntüsü yok. Bu kulenin yanında olması gereken minareyi ise göremedim.

Elizabeth köprüsünün Peşte ayağında yer alan Inner Town Parish kilisesi, bir zamanlar cami olarak kullanıldığı için mihrabı halen duruyor.  Kilisenin içine girdim ancak mihrabını göremedim. Çünkü kilisenin sadece bir kısmında durmanıza izin veriyorlar. Ben de cesaret edip kilisenin her köşesini araştıramadım.

Ziyaret edemediğim Buda tarafındaki Capuchin Kilisesi, Osmanlı döneminde cami olarak kullanılmış ve mihrabı duran diğer bir eser. Özellikle kilisenin güney cephesindeki Osmanlı tarzı kapı ve pencerelerin durduğu söyleniyor. Bu kiliseler sayesinde Osmanlı’nın hoşgörüsünün enginliğini rahatlıkla anlayabiliyoruz. Çünkü kasıtlı olarak hiçbir binayı yıkmamışlar. Camiye çevirdikleri kiliselerde bile orijinal dokusunu zedeleyecek tahribat yapmamaya özen göstermişler.

Margaret Adası’ndaki Kilise


Tuna nehri üzerindeki bu adadaki tarihi kiliselerden olan Premonstratensian Kilisesi 15. yüzyılda yapılmış ve Macaristan’ın en eski çanına sahip. Kilisenin kitabesinde 1541 yılında Türklerle yapılan savaşta büyük ölçüde yıkıldığı yazılı. 1914’te bir ağacın dibinden çıkarılan kilise çanının oraya Türkler tarafından gömüldüğü söyleniyor. Osmanlı dönemiyle ilgili bu tür rivayetlerde suçu Türklere atıp kurtulmak hâlen makbul bir yol Macaristan’da.

Macar Milli Sanat Müzesi


Bu müze Buda kalesindeki heybetli Kraliyet Sarayı’nın içinde yer alıyor. Macaristan’daki en eski tarihi sanat eserlerini bünyesinde barındırıyor. Ortaçağ ve Rönesans döneminden kalma resim ve heykelleri bulmak mümkün burada. Ama benim esas ilgimi çeken 19. yüzyıldan kalma ve Osmanlı’yla yapılan savaşları tasvir eden resimler oldu. Bazıları Osmanlı’nın Macaristan’ı fethini, bazıları da Osmanlı’nın yenilişini resmeden yaklaşık on kadar yağlı boya çalışması bulunuyor. Burada ilginç olan husus, 17. yüzyılda sona eren Osmanlı dönemine ait resimleri yapmak için 19. yüzyılın beklenmesi oldu. Bu da milliyetçilik akımlarının kuvvetlendiği 19. yüzyılda, Macar ulusal kimliğinin oluşturulmasında Türklerin ötekileştirilerek kullanıldığını göstermekte. Resimlerin tamamının savaş sahnelerini tasvir etmesi bu görüşü destekliyor. Üstelik müzenin kat girişlerindeki duvarlara iki devasa Osmanlı resmi konmuş. Biri Osmanlı’nın zaferini, diğeri de hezimetini simgeliyor. Bu da bilinçaltlarına Osmanlı’nın iyice kazınmış olduğunu ve Türklerin de tarihteki en büyük düşmanları olduğunu gösteriyor.

Kraliyet Sarayı’nın hemen önüne ve şehrin en merkezi yerine Abdurrahman Paşa’yı mağlup edip Budin’i ele geçiren Savoyi Eugene’nin at sırtında kocaman bir heykelini dikmişler. Buradan Macarların en büyük kahramanlarından birinin Türkleri yenen kişi olduğu anlaşılıyor. 

Macar Milli Müzesi


Peşte kısmında yer alan bu müze, Macaristan’ın en önemli müzelerinden biri. Macar tarihiyle ilgili her türlü bilgiye rastlamak mümkün burada. Türklere de hatırı sayılır bir yer ayırmışlar. Ancak pek hayırla yâd etmiyorlar. Tıpkı diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi, Osmanlı’yı ülkelerini gasp eden bir işgalci olarak görüyorlar. Halbuki Prof. Simai’nin dediği gibi Macaristan’daki gerçek Osmanlı tarihi araştırılsa ortaya bambaşka bir görüntü çıkacak.  Müzedeki gravürlerde Osmanlı dönemi Macaristan şehirlerinin şimdi yok olmuş o âhenkli ve bildik siluetini görünce üzülüyor insan. Osmanlı’nın üç kıta üzerinde nasıl böyle ortak bir kültür paydası oluşturduğuna şaşmamak elde değil. Gittiği her yere kendine has renk tonunu katmış Osmanlı. Müze ihtişamlı olmakla birlikte, içeriği pek doyurucu değil. Ancak yine de Türklerin hakimiyeti döneminden kalma bazı eşyaları görmek mümkün. Herhalde sağda solda kazara kalanı toplamışlar. Ayrıca I. Dünya Savaşı sırasında Galiçya cephesine çarpışmaya gelen Türklerin üniforma, rozet, nişan ve sancak gibi bıraktıkları eşyalar da sergileniyor müzede.

Budapeşte’deki Osmanlı eserlerini ziyaret ettikten sonra, gözümde Türklerin yaşadığı mekân canlanmaya başladı. Buda kalesinin güneyinde, yaklaşık 1-2 km karelik alan içerisinde Gellert Tepesi’nde Türklerden kalma bir burç, bu burcun yamacında iki hamam (Sokullu Mustafa Paşa ve Debbağhane), bu hamamların biraz kuzeyinde ve Kraliyet Sarayı’nın güney çaprazında bir Türk mezarlığı ve Sokullu Mustafa Paşa Hamamı’nın Tuna nehrine bakan kısmının hemen karşısında cami olarak kullanılmış bir kilise. Tüm tahribata rağmen Türk-İslam varlığı tüm canlılığıyla ortada duruyor. Türklerin çalıştıkları, temizlenip hoş beş ettikleri, ibadet ettikleri ve öldükten sonra defnedildikleri mekanların birer temsilcisi hâlen varlığını koruyor.

Buda kalesinin öbür tarafında, yani Kuzey ucunda ise son Beylerbeyi Abdurrahman Paşa’nın kabri, yaklaşık 50 metre ilerisinde Magdalene Kulesi (Orta Cami) var. Kalenin dışında yaklaşık iki üç km mesafe içerisinde Horozkapısı ve Veli Bey hamamları, halen cumbalı geleneksel Osmanlı evlerinin bulunduğu Gül Baba sokağı ve Gül Baba Türbesi. İşte Budin’in kuzey ve güney cephesi herşeye rağmen Türklerin izlerini devam ettiriyor. Varsın olsun pek çoklarını yıkmış olsun. Budapeşte’yi ziyaret ettikten sonra, Budin’in kaybından duyulan üzüntüyü dile getiren bir destandaki duyguları paylaşmamak elde değil.

Budin içinde uzun çarşısı

Orta yerde Sultan Mehmet Camisi

Kâbe suretine benzer yapısı

Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i

 


Estergon


Türklerin kahramanlık destanlarından birisi Estergon Kalesi. Adına Türküler yakılmış bu Kal’a için. Osmanlı’nın Macaristan’daki uç kalelerinden birisi Estergon ya da Macarca adıyla Estergom. Tıpkı Kanije, Eğri (Eger) ve diğerleri gibi... 1543’te Türklerin hakimiyetine geçmiş, II. Viyana bozgunundan sonra 1683’de düşmüş. Bizim için son derece anlamlı olan Estergon’da maalesef bize ait hiçbir iz bırakmamışlar. Bir tek kalesi  kalmış yâdigar. Âdeta tarihin bir devrini silmek istemişler. Türklerin camiye çevirdikleri kale üstündeki büyük katedral ise yerli yerinde duruyor.

Budapeşte’nin 66 km kuzeyinde yer alan Estergon, Tuna nehrinin kıyısında 30 bin nüfuslu sakin bir sayfiye yeri bugün. Türklerinki hariç tarihi dokusunu büyük ölçüde korumuş.  Özellikle kalesine çıkıp Tuna’yı ve nehrin hemen öbür tarafında yer alan Slovakya’ya ait Sturovo şehrini seyretmek ayrı bir zevk. Bir de Estergon Kal’ası türküsünü söylemek.

Estegon Kal’ası

Su başı durak aman

Kemirir gönlümü

Bir sinsi firak

Akma Tuna akma

Ben bir dertliyim

Yâr peşinde aman da gezer koşar

Yandım kara bahtlıyım

 

Estergon Kal’ası


Su başı kaya aman

Kemirir gönlümü

Aşk denen bela

Üftadeni hoş gör efendim

Gel etme cefa aman

Akma Tuna akma

Ben bir dertliyim

Yâr peşinde aman da gezer koşar

Yandım kara bahtlıyım

 


Szentendre


Budapeşte’nin 19 km. kuzeyinde yer alan Szentendre, yaklaşık 20 bin nüfuslu küçük ama Estergon gibi tarihi bir yer. Tuna nehri üzerinde kurulması ona ayrı bir güzellik katmış. Tarihi dokusunu Osmanlı dönemi hariç korumuş. Yükseliş döneminde Osmanlı yönetimindeki Belgrat’tan kaçıp gelen Sırpların burada barınmasına ve Ortodoks kilisesi kurmasına izin vermişler. Macaristan Osmanlı egemenliğine geçince bu durum sona ermiş. Türkler Macaristan’dan 17. yüzyılın sonlarında çekildikten sonra da Osmanlı topraklarında yaşayan Sırp, Hırvat ve Rumlardan buraya kaçışlar olmuş. Bu yüzden biraz da Ortodoksların mekânı haline gelmiş. Ama Türklere ait bir tek iz bile yok. Sadece Szententre’nin dar ve yokuş sokakları eski Türk şehirlerini hatırlatıyor bir nebze. 

Peç (Pecs)


Macaristan’ın güneyinde yer alan Peç, 170 bin nüfuslu gayet güzel bir tarihi şehir. Bu yönüyle insanı büyülüyor. Ancak beni buraya çeken Osmanlı’nın ayak izleri oldu.

Gazi Kasım Paşa Camii


Buraya cami-kilise de diyorlar. Çünkü şimdi kilise olarak kullanılıyor. Minaresi 1753 yılında yıkılıp yerine kule yapılmış. Caminin arka kısmındaki duvar yıkılıp yerine bir ek yapmak suretiyle kiliseye benzetmeye çalışmışlar. Peç şehrinin tam merkezinde genişçe bir meydana bakan bu eski cami, Macaristan’da Osmanlı’dan kalma en önemli ve büyük eser olma özelliğine sahip. Kubbe ve iç süslemelerine çeşitli kutsal figürler ve haç yapılmış. Mihrabın üstünde çarmıha gerilmiş kocaman bir Hz. İsa heykeli var. Ancak mihrapta yazılı olan kelime-i tevhit bugüne kadar gelmeyi başarmış. Yeşil büyük kubbesinin üzerindeki hilâlin üstüne kocaman bir haç kondurulmuş. Ama her şeye rağmen bu eski cami tüm asaletiyle ayakta. Müslüman Türk’ün buradaki varlığını haykırıyor âdeta. Bu yüzden olsa gerek şehrin en meşhur bu Cami-Kilise’sini Peç’in sembolü olarak kullanmakta çekingenler. Hediyelik eşyaların üzerinde simge olarak daha çok St Peter kilisesi kullanılıyor.

Yakovalı Hasan Paşa Camii


Bir Mevlevi dervişi olan Yakovalı Hasan Paşa külliyesine ait bir camiymiş burası. Türkler çekildikten sonra külliye yıkılmış sadece cami kalmış. 16. yüzyıldan kalma bu cami, benim sönmeye yüz tutmuş ümitlerimi yeniden yeşertti. Çünkü bu küçük cami, minaresiyle birlikte özelliğini koruyarak bugüne kadar gelebilmiş belki de tek eser. Biraz diğer binaların gölgesinde kalmış ama olsun. Onun dışındaki camiler bir bütün olarak gelememişler bugüne. Ya Gazi Kasım Paşa Camisi’nde olduğu gibi minaresi yıkılıp kiliseye çevrilmiş ya da Erd şehir merkezindeki gibi sadece minaresi kalmış.

Hasan Paşa Camii’nin içi müze şeklinde düzenmiş olsa da, buna cami müzesi demek daha doğru olacak. Ortadaki yürüme şeridinin dışındaki yerler halıyla kaplı. Buradaki halılar Türkiye Kültür Bakanlığınca 1975 yılında hediye edilmiş. Mihrabı, minberi ve kürsüsü, sonradan ilave edilmiş olsa da, yerli yerinde. Duvardaki panolarda hat sanatı örnekleri sergileniyor. Bu camiye bitişik duran binanın birinci katını da müzeye çevirmişler. İçinde Osmanlı’dan kalma eserler ve Mevlevilikle ilgili bilgiler var.

Memi Paşa Hamamı


Bu hamamın sadece yıkıntıları kalmış. Budapeşte’dekiler gibi ayakta değil maalesef. Ancak bu hamam kendiliğinden yıkılmış olsa gerek. Çünkü bölge halkı açısından son derece büyük bir işleve sahip hamam ve ılıcalar, Avusturyalı ve Macarlarca nedense hemen benimsenen tek Osmanlı eserleri olmuşlar.

Bunlar gidip görebildiklerim. Bir de gidemediklerim var. Ülkenin güneyindeki Peç’in hemen yanıbaşında bulunan Zigetvar ve Mohaç şehirleri de bunlar arasında. Özellikle Zigetvar’da önemli sayılabilecek bir  Türk varlığı mevcut. 10 bin nüfuslu Zigetvar’a Türk konsolosluğu bile açılmış. Kanuni’nin uzun süren saltanatını noktaladığı yer burası. Süleymaniye Camii ve Kanuni’nin iç organlarının gömülü olduğu kabri, yine kiliseye çevrilmiş bir Ali Paşa Camii’nin ve diğer bazı kalıntıların  bulunduğu  Zigetvar; Peç ve Budapeşte ile birlikte en çok Osmanlı eserlerine sahiplik ediyor Macaristan’da.

Her ne kadar hiç bir Türk eseri kalmamış olsa da, 1526 Mohaç meydan muharebesinin şahidi Mohaç şehri ile, Osmanlı’nın stratejik kaleleri olan batıdaki Kanije ve kuzeybatıdaki Eğri (Eger) görülmeyi hak eden diğer yerler. Bir de bir tek minare için bile olsa Budapeşte’nin yanıbaşındaki Erd şehrine gitmek gerekiyor.

 

Konuyla İlgili Kaynaklar


Hungary (2000) Paris, Lonely Planet.

TDV İslâm Ansiklopedisi Cilt:6 (1992) İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.




[1] Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Araştırma Görevlisi
[2] Budapeşte’deki Orta Avrupa Üniversitesi’nce 15 Temmuz-2 Ağustos 2002 tarihleri arasında düzenlenen “Küresel Yönetişim” konulu yaz okulu.

Gül Baba Türbesi, Budapeşte
 
Son Budin Beylerbeyi Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa’nın Kabri
 
Budapeşte
 
Gazi Kasım Paşa Camii, Peç
 
Yakovalı Hasan Paşa Camii, Peç
 
 
Estergon Kalesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder