BATI TRAKYA[1]
İZLENİMLERİ
Selçuk Çolakoğlu*
Haziran-Temmuz 2003
Yunanistan’dan ve üstelik Batı Trakya’daki bir
üniversiteden[2] davet
alınca hem çok şaşırdım hem de sevindim. Yıllarca adını televizyonlardan
duyduğum, gazetelerden okuduğum ve daha çok da sorunlarıyla kamuoyunun
gündemine gelen Gümülcine, İskeçe ve Dedeağaç gibi yerleri görme fırsatını
yakalamıştım.
Yunanistan
Yolunda
Benim
için bu yurtdışı seyahatinin en önemli farkı, ilk defa olarak karayoluyla
yurtdışına çıkacak olmamdı. Şimdiye kadar hep uçakla havaalanındaki
gümrüklerden giriş çıkış yapmıştım. Gerçekten Batı Trakya’ya geçmenin en kolay
ve ucuz yolu karayolu. Çünkü Edirne’nin hemen yanıbaşındaki Dedeağaç, Gümülcine
ve İskeçe gibi yerlere uçakla gitmek daha yorucu ve pahalı olsa gerek. Hatta
Selanik ve Atina’ya gitmenin en ucuz yolu İstanbul veya Keşan’dan otobüse
binmek.
Yunanistan
ve Türkiye arasında üç kara hudut kapısı bulunmakta. Bunlardan en önemlisi
şüphesiz Keşan ilçesine bağlı İpsala kara hudut kapısı. İkinci bir kara hudut
kapısı ise Edirne yakınlarındaki Pazarkule. Ancak burası İpsala kadar işlek
değil ve buradan yapılan geçişler oldukça sınırlı. Bir de sadece demiryoluyla
geçiş sağlanan Uzunköprü hudut kapısı var. İki defa giriş çıkış yaptığım
Yunanistan’a giderken gümrük kapısı olarak İpsala ve Uzunköprü’yü kullandım.
İpsala’dan Geçiş
İpsala
sınır kapısının Türk-Yunan siyasi ilişkilerinin genel seyrini gösterdiğini
söylesek yanlış olmaz. Yaklaşık 10 sene kadar önce bu sınırdan geçmeye çalışan
Türk vatandaşlarına Yunanlılarca casus gözüyle bakılırken, şimdiki manzara
neredeyse tamamen farklı. Bu değişim hem İpsala’yı değiştirip geliştirmiş hem
de buraya yakın olan Keşan’a ayrı bir canlılık getirmiş. Keşan,
İstanbul-Çanakkale arasında bir kavşak noktası olduğu kadar, Yunanistan’a geçişte
de önemli bir üs haline gelmiş. İstanbul-Selanik-Atina hattında işleyen ve yaz
aylarında sefer sayıları oldukça artan çeşitli firmalara ait otobüsler, Keşan
Garajı’na mutlaka uğruyorlar. Bu otobüslerle İstanbul’dan 35 milyona, Keşan’dan
20 milyon TL’ye Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe’ye gidebiliyorsunuz. Oldukça ucuz
bir fiyat olmasına rağmen otobüsle Türk ve Yunan gümrüklerinden geçmek biraz
zaman alıyor. Yaklaşık 60-70 km mesafedeki Keşan-Dedeağaç yolunu gitmek gümrük
işlemleri yüzünden 3-4 saati bulabiliyor. Bu yüzden Batı Trakyalı Türklerin
taksiyi tercih etmesine şaşmamak lâzım. Üstelik İstanbul-Selanik-Atina
güzergâhındaki en ucuz alternatif olduğu için otobüs yolcuları arasında her
milletten insana rastlamak mümkün. Temmuz ve ağustos aylarında buna bir de Batı
Avrupa’dan Türkiye’ye gelen gurbetçilerimizin yoğunluğu ekleniyor.
Selanik-İpsala otoyolu yapıldığından beri gurbetçilerimiz giderek artan bir
oranda Bulgaristan yerine Yunanistan güzergâhını tercih etmeye başlamışlar. Bu
yoğunluğu kaldırabilmek için 2002 güzünde İpsala’da daha modern tesisler
hizmete sokulmuş.
Batı
Trakya’ya gitmenin en kolay yolu ise dolmuş taksiler. İstanbul’dan 40 Euro’ya,
Keşan’dan 20 Euro’ya dolmuş taksi bulup çok rahat ve zahmetsiz bir şekilde
Gümülcine ve İskeçe’ye gitmek mümkün. Genelde dört yolcuyla hareket eden Yunan
plakalı taksiler sizi gümrükten en kısa sürede geçirip istediğiniz adrese kadar
götürüyor. Bu taksilerin talipleri genelde Yunan vatandaşı Batı Trakyalı
Türkler. Zaten Yunan taksilerini işletenlerin çoğu da Türk asıllı. Sabahın
erken saatlerinde İskeçe ve Gümülcine’den kalkan onlarca taksi, Keşan veya
İstanbul’a geldiğinde tekrar müşteri bekleyip doldurduktan sonra Yunanistan’a
dönüyorlar.
Trenle Dönüş
Türkiye
ve Yunanistan demiryolları arasında her gün bağlantı yapan bir tren var.
Bağlantı noktaları ise Türk tarafında Uzunköprü, Yunan tarafında Pityon
istasyonları. Aslında trenle gitmek yolun biraz uzaması anlamına geliyor. Çünkü
tren Dedeağaç’tan kuzeye yönelerek Dimetoka üzerinden Pityon istasyonuna varıyor.
Burası Yunanistan’daki son istasyon. Burada Yunan polisi pasaportları toplayıp
istasyondaki gümrüğe götürüyor. Bir süre sonra da bu istasyona Türk treni
geliyor. Bu ara tren sadece sınırı yani Meriç nehrini geçiriyor, bazen de
İstanbul’a kadar yolcu götürebiliyor. Türk trenine binerken de bu sefer Türk
polisi pasaportları toplayıp Uzunköprü istasyonundaki gümrüğe götürüyor.
Türkiye’den Yunanistan’a geçerken de benzer işlemleri yaptırıyorsunuz. Velhasıl
epey eğlenceli, tabii aceleniz yoksa.
Türk-Yunan
sınırı ise oldukça anlamlı bir coğrafya. Çünkü sınırı Meriç nehri belirliyor.
Nehrin üzerindeki köprülerin yarısı Türkiye’ye diğer yarısı da Yunanistan’a
ait. Karayoluyla da geçmek heyecan verici ama yeşilliğin daha çok hâkim olduğu
demiryolu güzergâhından gitmek ayrı bir zevk. Zaten Yunan treni Pityon’a gelene
kadar hep nehir boyunca dizilmiş yerleşim yerlerine uğrayarak ilerliyor.
Buradaki yerleşim yerlerinde hep kilise var, hiç cami yok. Yani bu sınır
bölgesinde hiç Türk kalmadığı anlamına geliyor.
Batı Trakyalılarla Tanışma
Türkiye-Yunanistan
arasında çalışan otobüs ve özellikle taksileri kullananlar genellikle Batı
Trakya Türkleri. Tamamen size benzeyen ve çok iyi Türkçe konuşan bu insanların
Yunan vatandaşı olduğunu ya konuşurken öğreniyorsunuz ya da gümrük kontrolleri
sırasında pasaportlarını görünce anlıyorsunuz. Batı Trakyalı Türklerin adeta
hayatları ikiye bölünmüş durumda. Bazılarının aile fertlerinin bir kısmı
Türkiye’de diğer kısmı Yunanistan’da. Türk vatandaşlığını kazansın kazanmasın
pek çoğunun her iki tarafta evi var. Bunda uzun yıllar gergin seyreden
Türk-Yunan ilişkilerinin etkisi olmuş. İlişkiler gerginleştikçe Yunan
hükümetlerinin Türk azınlığa yönelik baskıları artmış. Gayrimenkul edinmelerine
ve yatırım yapmalarına izin verilmeyen Türk azınlığı da çareyi Türkiye’de
yatırım yapmakta bulmuş. Hatta Yunanistan’daki geleceklerini garanti
görmedikleri için Türkiye’de kendilerine bir mekân hazırlama ihtiyacı
hissetmişler.
Türk-Yunan
ilişkilerindeki yumuşama ve Avrupa Birliği (AB) standartlarının siyasi,
iktisadi ve hukuki açıdan tüm Yunanistan’a uygulanmaya başlamasıyla birlikte
Türk azınlığı da rahatlamış ve Türkiye’ye olan göç yavaşlamış. Fakat bu
yumuşama Türk azınlığın Türkiye ile olan bağlarını azaltmayıp artırmış. Bu
yüzden bazen taksiyle bazen otobüsle Türkiye’ye sık sık gidip geliyorlar.
Turgut Özal’ın başbakanlığı zamanında Yunan vatandaşlarına uygulanan vizenin
kaldırılması onları epey rahatlatmış. Üç ay süreyle Türkiye’de kesintisiz
olarak kalabiliyorlar. Bazıları ise Türkiye’de sürekli oturma izni almış.
Batı
Trakya’nın Osmanlı hâkimiyetinden çıkıp Yunanistan’a bırakılmasından sonra
bölgedeki Türklerin sosyo-ekonomik yapısında dramatik bir değişim yaşanmış.
Osmanlı döneminde hâkim unsur olan Türklerin, Yunan egemenliği döneminde sosyo-ekonomik
statülerinde müthiş bir düşüş yaşanmış. Eskiden Batı Trakya nüfusunun yüzde 80’ini
Türkler oluşturduğu için Rumlar daha rahat yaşayabilmek için Türkçe öğreniyorlarmış.
O zamanlar Türkler zengin iken Yunanlılar da Türklerin yanında hizmetçi veya işçi
olarak çalışıyorlarmış. Yunanistan Türklere uzun yıllar imar izni ve mal mülk
edinme hakkı vermediğinden bu tablo zamanla değişip tersine dönmüş. Türklerin çoğu
‘iyi işi’ artık ya Türkiye’de ya da Almanya’da arıyor. Şimdi Yunanlılar patron,
Türkler çiftçi veya işçi.
İstanbullu
Rumlarla Batı Trakyalı Türkleri karşılaştırınca büyük bir uçurum olduğu görülüyor.
İstanbullu Rumlar, her ne kadar sayıları epey azalsa da, birkaç dil bilen eğitimli,
şehirli ve zengin. Bu yüzden Türkiye toplumunda kendilerine rahatlıkla itibarlı
bir yer bulabiliyorlar. Türkiye’de kendini kabul ettirmiş ve saygı gören Rum
asıllı işadamlarına, sanatçılara ve bilimadamlarına rastlamak mümkün. Hâlbuki
Batı Trakyalı Türkler halen Yunan toplumundan dışlanmış vaziyetteler. Batı
Trakya’da bile çok saygı gördükleri söylenemez.
Yerli
Türkler, Türkiye’den gelenlere karşı büyük bir ilgi gösteriyor. Bir selamla
başlayan ayaküstü bir sohbet izzet ve ikramlarla birlikte saatler süren bir
dertleşmeye dönüşüyor. Konuşurlarken gözleri çakmak çakmak yanıp içlerini bir
ateş kaplıyor. Onların bu hallerini görünce insanın içini bir sorumluluk biraz
da suçluluk duygusu kaplıyor. “Şimdiye kadar niye gelmedim buralara?” diye
soruyorsunuz kendi kendinize. Türk azınlık mensubu insanlar teşvik edilip moral
verilmeye o kadar muhtaçlar ki! Özellikle Batı Trakyalı Türk gençleri büyük bir
güvensizlik hissi içinde bulunuyor.
Batı Trakya’da Ulaşım
Batı
Trakya’da ulaşım temel olarak demiryolu, eski karayolu ve son zamanlarda
tamamlanmış otoyol vasıtasıyla sağlanıyor. Dedeağaç-Gümülcine arasını otoyoldan
gidince Türk köylerini görmek pek mümkün olmuyor. Bu açıdan eski yol daha güzel
bir seyir zevki sunuyor. Gümülcine-Dedeağaç arasındaki eski yolda şirin Türk köylerini
ve Şapçı kasabasını görme fırsatını yakalıyorsunuz. Köylerden bazılarında
sadece Türkler yaşıyor, bazıları ise karışık. Karma köyleri kiliseleri ve
Hıristiyan mezarlıklarını görünce anlıyorsunuz.
Gümülcine-İskeçe
arasında otoyoldan da Türk köyleri rahatlıkla görülebiliyor. Dağların yamaçlarına
dizilmiş, merkezinde minareli camileri bulunan tipik Türk köylerini doğrusu
Türkiye’dekilerden ayırt etmek imkânsız.
İsim Savaşı
Türkler
ve Yunanlıların asırlar boyunca hemen hemen aynı coğrafyada yaşamaları
beraberinde bir isim kargaşasını gündeme getirmiş. Genelde aynı şehrin hem
Türkçe hem de Yunanca ismi var. Nadiren bazı şehirlerin her iki dilde ortak adı
kullanılıyor. Bu nispeten anlaşılır bir durum.
Batı
Trakya, yakın tarih açısından bakıldığında Yunanlıların yoğun olarak
yaşadıkları bir yer değil. Batı Trakya’daki pek çok şehir Osmanlı döneminde ilk
defa Türkler tarafından kurulmuş. Batı Trakya Yunanistan toprağı haline gelene
kadar da nüfusunun ezici bir çoğunluğunu hep Türkler oluşturmuş. Kendilerine
göre kötü bir kader olarak gördükleri Osmanlı İmparatorluğu’nun izlerini silmek
için Yunanlıların başvurdukları yöntemlerden biri de Türkçe olan şehirlerin
orjinal adlarını değiştirmek. Bu yüzden Batı Trakya ile ilgili olarak
kullandığımız pek çok yer adının Yunanca’da farklı bir karşılığı var.
Yerleşim
yerlerinden Gümülcine için Komotini, İskeçe için Xanthi, Dedeağaç için
Alexandroupolis, Şapçı için Sapes, Sofulu için Soufli; Meriç nehri için Evros,
Karasu nehri için Nestos; adalardan Semadirek için Samothraki, Taşoz için Thassos
adları uygun görülmüş. Tarihi Türk şehirlerinden sadece Drama ve Kavala’nın adlarını
değiştirmemişler. Bir de Osmanlı döneminde de kullanılan Dimetoka şehrinin
adına kökeni Rumca olduğu için dokunmamışlar.
İşin
diğer ilginç bir yanı Yunanlıların sadece Yunanistan’daki değil Türkiye’deki
şehirlerin Yunanca isimlerini kullanma konusunda son derece kararlı olmaları.
Yunanlılarla aynı ortamda bulunurken Türkler nezaketen Yunanistan şehirlerinin
Yunanca adlarını kullanıyorlar. Ne de olsa bu topraklar artık onlara ait. Ancak
aynı hassasiyeti pek çok Yunanlı Türklere karşı göstermiyor. Türklerle
konuşurken Edirne yerine Andreapolis, İstanbul yerine Constantinapolis ve İzmir
yerine Symrna diyebiliyorlar. Bazı Yunanlılar Türkiye şehirlerinin sadece
Yunanca adlarını söylerken, bazıları Yunanca ve Türkçesini beraber söylüyor.
Pek az Yunanlı sadece Türkçe adını kullanıyor. Üstelik Yunanlılar bu tür
davranışı sadece gayri resmi bir ortamda değil, her iki taraftan resmi
heyetlerin bulunduğu ortamlarda bile sergileyebiliyorlar. Genel olarak
Türklerin isim kullanma konusunda Yunanlılara göre daha hoşgörülü olduklarını
söyleyebilirim. Ne de olsa Türkiye’de antik dönemden kalma eski Yunan
şehirlerinin adlarını hiçbir rahatsızlık duymadan kolayca kullanıyoruz.
Dedeağaç (Alexandroupolis)
Yaklaşık
iki hafta süren Batı Trakya seyahatimin büyük bir kısmı Dedeağaç’ta geçti.
Burası 30-40 bin nüfuslu küçük bir sahil yerleşim yeri. Üstelik Türkiye’ye çok
yakın olduğu için Turkcell ve Telsim şebekeleriyle yurtiçi tarifeden arama
yapmak mümkün. Dedeağaç’ın beklediğimden daha gelişmiş ve hareketli olduğunu
söyleyebilirim. Yani üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi bir havası yok. Ana
caddeler vızır vızır. Sokak ve caddeler temiz, bakımlı ve düzenli. Ege’nin mavi
sularına baktığı için şehrin bir cazibesi var. Çok meşhur olmasa da insanlar
burayı bir tatil yeri olarak görüyor. Akşam saatlerinde sahil yolu araç
trafiğine kapatılıyor ve deniz kenarındaki tüm cafe ve barlar açılıyor. Ortalık
o kadar kalabalıklaşıyor ki, insan bu kadar insanın nereden çıktığına şaşırıyor.
Ya Dedeağaçlılar eğlenceye çok düşkün ya da dışarıdan epey turist çekiyorlar.
Ancak
Dedeağaç’ta ciddi bir tarihi dokunun varlığından sözetmek mümkün değil. Arada
sadece tek tük eski binalar var. Türkiye’ye bu kadar yakın bir yerde bize ait
bir şeylere rastlayamamak insanı fazlasıyla üzüyor.
Dedeağaç Camii
Dedeağaç
istasyonunun hemen ilerisindeki bir sokakta şehrin tek camisi bulunuyor. 20.
yüzyılın başlarında büyük ölçüde yenilenmiş bu caminin etrafı yüksek
apartmanlarla çevrilmiş. Adeta uzaktan görülmesi engellenmeye çalışılmış.
Minaresinin tepesindeki hilâl sökülmüş ve bahçesinde azınlık okulu bulunduğundan
olsa gerek Yunan bayrağı dalgalanıyor. Taş yapılı ve çatılı bu cami halen
faaliyette. Caminin yanında üzerinde Osmanlıca kitabe olan iki eski kabir
bulunuyor. Genel olarak cami bakımlı ve tertemiz.
Hemen
dönüşte Keşan Garajı’nda rastladığım İskeçeli bir Türk, Dedeağaç’ta ancak 25-30
hane kadar Müslüman ailenin yaşadığını söyledi. Müdür de Dedeağaç’ın tek
camisinin vakit namazları için cemaatinin bulunmadığından bahsetti. Camide
sadece cumaları cemaatle kılınıyormuş. Cami 80-100 yıl kadar önce Bulgarlar
tarafından yakıldıktan sonra tekrar yapılmış. Ancak caminin iskeleti ise daha
eskiye dayanıyor.
Dedeağaç Türk Azınlık Okulu
Camiyi
ilk ziyaretim sırasında siesta saati olduğu için ortalıklarda bilgi alabilecek
kimsecikler yoktu. Etrafta başka Osmanlı eseri olup olmadığını öğrenmek için
camiye tekrar uğradığımda hemen yanıbaşındaki lojman benzeri binadan sesler
yükseliyordu. Ben de daldım içeriye. Meğer burası Türk azınlık okuluymuş.
Sınıflardan birinde oynayan çocuklar Türkçe olarak Türk olup olmadığımı
sordular ve sonra da beni müdür ve müdür yardımcısının bulunduğu odaya
götürdüler. Burada okulun müdür ve müdür yardımcısı ile tanıştım. Müdür beyin
anlattığına göre Dedeağaç’ta pek Türk kalmamış. Dedeağaç’ın tek azınlık
okulunda ise yaklaşık 150 kadar öğrenci bulunuyor.
Gümülcine (Komotini)
40.000
nüfuslu Gümülcine Batı Trakya’nın en merkezi şehri. Gümülcine’ye gelerek
hayallerimi süsleyen bir yeri daha görmüş oldum. Gerçekten de Gümülcine
Dedeağaç’a göre oldukça farklı. Nüfusu yarı yarıya Yunan olmasına rağmen, bir
Türk şehri olma kimliğini halen koruyor. Gökyüzüne süzülen minareleriyle
camilerin siluetleri rahatlıkla fark ediliyor. Yollarda dolaşırken sık sık geleneksel
kıyafetli Türk kadınlara ve Türkçe konuşmalara rastlıyorsunuz. En son çıkmış
Türkçe kasetler ise her köşebaşında çalınıyor. Gerçi şehirde Türk ve Yunan
mahallelerinden söz etmek mümkün. Türk mahalleleri sevimli ve küçük
camileriyle, beyaz badanalı mütevazı tipik köy evleriyle hemen kendini belli
ediyor. Yunan mahalleleri ise daha lüks yeni binalardan oluşuyor.
Gümülcine Camileri
Gümülcine’de
irili ufaklı yaklaşık 20 cami var. Bunlardan üç tanesi şehrin merkezi yerinde
ve diğerlerinden daha büyük. Bunlardan Tabakhane Camii nispeten diğer binaların
gölgesinde kalmış çatılı bir camii. Tek şerefeli mütevazı bir minaresi var. En
gösterişli olanı ise şehir meydanına hâkim bir yerde bulunan kubbeli ve iki
şerefeli yüksek bir minareye sahip Eski Cami. Eski Cami’nin ana binasının
yanında Türk mimarisiyle yapılmış başka bir yapı daha var.
Yeni
Cami de kubbeli ve yanıbaşında tek şerefeli bir minaresi yer alıyor. Avlusunda
Osmanlı’dan kalma büyükçe bir kabristan bulunmakta. Ancak tipik bir Osmanlı
mimarisiyle yapılmış Gümülcine müftülük binası, Yeni Camii’yi biraz gölgelemiş.
Ziyaret
ettiğim diğer camiler arasında Yeni Mahalle Camii, Kesikbaş Camii ve Kayalı
Medresesi Camii ile adını öğrenemediğin otobüs garajı yakınındaki bir cami
bulunuyor. Hepsi de mütevazı camiler. Şirin minareleri, kubbeli veya çatılı bu
ibadethanelerin yanından göğe yükseliyor. Bunlardan Kayalı Medresesi, Kuran
Kursu olarak da kullanılıyormuş. Camisinde ise üç vakit namaz kılınıyormuş.
Yenimahalle Camii’nin dışı ve içi yakın zamanda epeyce yenilenmiş.
Gümülcine
camilerinin tamamına yakını Osmanlı döneminden kalma eski camiler. Yunan
makamları ihtiyaç olmadığı gerekçesiyle halen yeni bir caminin yapımına izin
vermiyormuş. Gümülcineli bir Türk’ün anlattığına göre, Müslüman halk eğer bir
cami yapma gereği duyarsa bunu bir gece içinde adeta bir gecekondu gibi inşa
edip oldu bittiye getiriyorlarmış.
Tabakhane
Camii imamının anlattığına göre, bu caminin cemaati pek kalmamış. Hâlbuki
1970 öncesi bu cami, çekme katıyla birlikte dolup taşıyormuş. Şimdi caminin
bulunduğu semte daha çok Yunanlılar yerleşmeye başlamış. Türklerin hane sayısı
ise sürekli azalıyormuş. Gençler ya Türkiye’ye ya da Almanya’ya gidiyormuş.
Gümülcine Saat Kulesi
Yeni
Camii’nin hemen yanı başından II. Abdülhamit devrinde yapılmış bir saat kulesi
yükseliyor. Orijinal kitabesi üzerinde duruyor. Birbirlerine yakın olan şehir
merkezindeki saat kulesi, Eski ve Yeni Camilerin etrafı Türklerin mührünü
vurdukları bir yer. Dar sokaklar ve Osmanlı mimarisiyle yapılmış dükkân ve
evler. Tabii ki bu ortama hayat veren Türkler.
Gazi Evrenos Bey İmareti
Osmanlı
döneminden kalma bu imaret şimdi bir Hıristiyanlık müzesi gibi işlev görüyor.
1,5 Euro vererek girdiğim bu yerin içinde birkaç yüzyıl öncesine ait Hıristiyan
figür ve ikonları sergileniyor. İmaret, kiremit çatılı kubbeleri ve heybetli
yuvarlak kirişleriyle müthiş bir seyir zevki sunuyor.
Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği
Burası
Gümülcine’deki Kesikbaş Camii’nin hemen yanı başında ve Türk Konsolosluğu’nun
az ilerisinde. Dernek Türk azınlığının eğitimle ilgili sorunlarının aşılması ve
onlara daha iyi iş imkânı bulma amacına hizmet ediyor. Tanıştığım yetkililerden
biri Anadolu Üniversitesi İngilizce bölümünden mezun olmuş. Ancak diplomasının
denkliğinin Yunanistan’da kabulü için 8-9 fark dersi vermesi gerekiyormuş.
Dernek bünyesinde bir de Genç Akademisyenler Topluluğu kurmuşlar. Trakya
Bölgesi akademik yönden zayıfmış. Bu açıdan yakındaki en güçlü merkez Selanik
imiş. Bu dernek Gümülcine’deki Batı Trakyalı Türklerin kurduğu kuruluşlardan
biri. Son zamanlarda Türk azınlığın dernekleşme oranı artmış.
Genç
akademisyenler derneğinin yanındaki dükkânda Türkçe-İngilizce-Yunanca kurslar düzenleyen
başka bir merkezin yetkilisiyle konuştuk. Türk-Yunan ilişkilerinin gelişmesiyle
birlikte son iki yıl içerisinde Türkçe’ye olan talep neredeyse beş katına çıkmış.
Özellikle Yunanlı işadamları Türkçe öğrenmek istiyorlarmış.
Gümülcine Türk Konsolosluğu
Gümülcine’de
Türkiye’ye ait bir başkonsolosluk bulunuyor. Türkiye Konsolosluğu
Gümülcine’deki tek yabancı misyon olma özelliğini de taşıyor. Şehrin merkezi
caddelerinden birinde bulunan konsolosluğun bahçesindeki bayrak direğinde
kocaman bir Türk bayrağı dalgalandığı için burayı fark etmek pek zor olmuyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde kurulan
Gümülcine’deki Türk misyonundan Yunanlı makamların fazlasıyla huzursuz olduğunu
tahmin etmek pek zor değil. Yunan makamları burada görevli Türk diplomatlarının
anayol güzergâhı dışına çıkmalarına uzun yıllar boyunca izin vermemiş. Son
zamanda bir rahatlama olmakla birlikte, Türk diplomatlarının Batı Trakya’daki
her Türk köyüne gidebilmeleri halen sözkonusu değil.
Gümülcine Galatasaraylılar Derneği
Gümülcine’deki
Türk Konsolosluğu’nun karşısında bir de Galatasaraylılar Derneği bulunuyor.
İçerisi GS bayrak ve resimleriyle dolu. Televizyonda da bir Türkiye kanalından
yayınlanan GS’nin özel bir hazırlık maçı vardı. Ziyaret edemedim ama
Gümülcine’de Fenerbahçeliler Derneği de varmış. İskeçeli bir Türk bana İstanbul
takımlarını tutma konusunda Batı Trakyalı Türklerin Türkiye’dekilerden daha
fanatik olduklarını söyledi. FB-GS maçı sırasında aralarında kavga bile
çıkıyormuş.
Siesta Saati
Yunanistan’da
saat 14 ila 17 arası siesta yani öğle tatili. Bu saatler arasında sokaklarda
insan ve açık dükkân bulmak neredeyse imkânsız. Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe ve
Kavala’da siesta saatlerinde gezmek gerçekten can sıkıcı. Ortalık bir anda ölü
şehre dönüyor. Dükkânlar tekrar 17.00-20.00 saatleri arasında faaliyet
gösteriyor. Bazı dükkânlar ise akşamları hiç açılmıyor. Gezme açısından en
cazip gün cumartesi. Cumartesi öğleye kadar bir çok şehirde pazar kurulduğu
için ortalık çok canlı ve hareketli oluyor. Pazar günü ise tümden tatil.
Kısacası Yunanlılar günde neredeyse yarım mesai yapıyorlar. Bu çalışma
tempolarını görünce zamanında Avrupa Birliği’ne katılmanın Yunanlılar için ne
kadar hayati bir adım olduğunu daha iyi anladım.
İskeçe (Xanthi)
35.000
nüfusu olan İskeçe, eski ve yeni şehir olmak üzere iki kısımdan oluşuyor. Düzlük
alanda kurulu yeni şehir dar sokaklara bakan çirkin betonarme binalardan oluşuyor.
Türklere ait pek bir şey yok burada. Sadece Osmanlı döneminden kalma şirin bir
saat kulesi var. İskeçeli bir Türk’ün dediğine göre önceden saat kulesi
yakınlarında bir cami bulunmaktaymış.
Eski
İskeçe ise dağın yamacına kurulmuş dar sokaklı eski Türk evlerinden oluşuyor.
Her mahallede bir cami var. Şehir merkezinde yaklaşık 5-6 camii bulunuyor.
Genel
olarak söylemek gerekirse Batı Trakya’nın en merkezi şehri Gümülcine. Hem Türklerin
en yoğun yaşadığı yer ve hem de Türk-Müslüman kimliği şehrin en merkezi yerine
mührünü vurmuş vaziyette. İskeçe ise daha küçük. Türkler daha bir azınlık
durumunda İskeçe’de. Şehrin sadece kenar eski semtleri bir Türk mahallesi olma özelliğini
koruyor. İskeçe’nin her yerinde Türklere rahatlıkla rastlanmakla birlikte, hatırı
sayılır bir Yunan nüfus ve varlığı göze çarpıyor.
İskeçe Türk Birliği
İskeçe
gezimiz sırasında Türk Birliği’ne de uğrama fırsatımız oldu. Gümülcine’de
olduğu gibi İskeçe’de de bu tür dernekler adeta küçük Türkiye’yi sunuyor
insana. Günlük Türkiye gazeteleri, Türkiye televizyonları vesaire. Burada
konuştuğumuz yetkililer son yıllardaki yumuşamaya rağmen halen Türk azınlığın
haklarının tam sağlanamadığından yakındılar. Kamu görevlerine alınma konusunda
halen Türklere karşı çok hasis davranılıyormuş. Ancak Türk kimliğini inkâr edip
Yunanlılara yakın duranlar kamu görevlerine alınıyormuş. Bu tür kişiler Türk
birlik ve derneklerinden uzak duran kişilermiş. Eğer bu tür yerlere uğrarlarsa
da derhal memuriyetten atılıyorlarmış.
Kavala
İskeçe’nin
15-20 km ilerisindeki Karasu nehrini geçince resmen Türk azınlık bölgesi
bitiyor. Artık minareli köylere rastlamak mümkün değil. İskeçe’nin 60 km ilerisindeki
Kavala ise Türklerin kurduğu köklü bir şehir olmasına rağmen, bir çok Rumeli
beldesiyle aynı kötü kaderi paylaşmış. Türk ve Müslüman varlığının halen ciddi
bir oranda bulunduğu Batı Trakya’da geçmişe ait izler büyük ölçüde korunabilmiş.
Maalesef Kavala için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Ama yine de bize ait
değerleri içinde barındıran bir belde. Çünkü geçmişin tüm hatırlarını silememişler.
Kavala
doğal bir liman şehri olma özelliğiyle coğrafi olarak da kişilikli bir yer. Bu
yönüyle yine bir sahil şehri olan Dedeağaç’tan çok farklı. Kavala gezimiz
gerçekten doyumsuzdu. Doğal güzelliği ve bize ait tarihi dokusuyla beni
büyüledi âdeta. Özellikle bir ada gibi denize doğru uzanmış kale kısmı.
Su Kemeri
Şehrin
siluetine hâkim bu muazzam su kemeri, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Kavala’yı
canlandırmak üzere kuzeydeki dağlardan su sağlamak amacıyla yaptırılmış. Kavala’nın
doğu girişi halen bu su kemerinin altından geçiyor.
Kavala Kalesi
Bu
kale eski şehrin en tepe noktasında kurulu. Bir çok duvarı halen ayakta. Zindan
kısmını da gezmek mümkün. Zaten bu kale içindekilerle birlikte Osmanlı’nın
izlerini halen taşımaya devam ediyor. Cumbalı geleneksel Türk evlerinin büyük
kısmı varlığını korumayı başarmış. Yunanlılar artık turizm adına bu yapıları
korumaya başlamışlar.
İbrahim Paşa Camii
Bu
cami, su kemerine giden yolda ve kale kısmının hemen yanında yer alıyor. Ancak şimdi
Saint Nikolas Kilisesi olarak hizmet görüyor. Macaristan’ın Peç şehrindeki Gazi
Kasım Paşa Camii gibi ana yapısı duruyor; ancak yanıbaşındaki minareyi yıkıp
bir çan kulesi eklemişler. Arka tarafına da çirkin bir ek bina yapmışlar. Ancak
yine de farklı bir kimlikle de olsa bugüne gelmesi büyük bir şans. Çünkü kale içindeki
minaresiz Alaca Camii dışında diğer camilerin varlıklarını devam ettirmelerine
izin verilmemiş. Cami daha doğrusu kilise kapalı olduğu için içini gezme şansım
olmadı.
Alaca Camii
Kale
içinde bulunan Alaca Camii harabe şeklinde varlığını sürdürüyor. Minaresi
yıkılmış ancak kiliseye de çevrilmemiş. Kubbesinin üzerindeki hilâl halen
duruyor. Ancak kendi kaderine terkedilmiş. Ne bir tadilat görmüş ne de
Macaristan Peç’teki Yakovalı Hasan Paşa Camii gibi cami-müze haline sokma
konusunda bir gayret var. İnsan varlığına seviniyor; ancak haline üzülüyor.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa Evi
Kalenin
Taşoz adasına bakan ucunda tadilat görmekte olan heybetli ve güzel bir konak
var. Burası Mehmet Ali Paşa’nın doğduğu ev. Konağın bahçesinde Mehmet Ali Paşa’nın
validesinin mezarı bulunuyor. Ancak tadilattan dolayı kapalı olduğu için, konağın
içini ziyaret edemedik. Konağın hemen önünde Mısır hükümetinin teşvikiyle
yapılan Mehmet Ali Paşa’nın at üzerinde büyük bir heykeli var.
Yunanlılar
Osmanlılardan ve Türklerden bahsetmemeye gayret etseler de modern Mısır’ın
kurucusu Mehmet Ali Paşa’nın adını daha rahat kullanıyorlar. Ancak Mehmet Ali
Paşa’nın da sonuçta bir Osmanlı paşası olduğunu görmezden gelerek. Bu yüzden Kavala’daki
tüm eserlerin Mehmet Ali Paşa tarafından yaptırıldığını söylemek zorunda
kalıyorlar. Hâlbuki Mehmet Ali Paşa’nın Kavala’da hiç bir idari görevi olmamış.
Tarihe şaşı bakış ancak bu kadar olabilir.
İmaret / Büyük Medrese
Yine
kalenin içinde Büyük Medrese olarak da adlandırılan büyük ve muazzam bir
görünüşe sahip imaret bulunuyor. Maalesef burası da tadilat gördüğü için içini
gezemedik. İrili ufaklı sıralı kubbeleri, kemerli kirişleri ve heybetli ana
giriş kapısıyla maziyi haykırıyor burası. Ancak mahzun ve boynu bükük bir
şekilde.
Sofulu (Soufli)
Sofulu
Türkiye sınırında yani Meriç nehrinin az doğusunda yer alıyor. Dedeağaç’tan 65
km uzaklıktaki Sofulu ipek üretimi ve ticareti ile ün yapmış. Önce bir ipek
üretim atölyesine oradan da şehir merkezinde eski bir Türk konağı görüntüsü
veren yerdeki ipekçilik müzesine gittik. Tabii bu gezi Türkiye sınırının çok
yakınında bulunan bir yerleşim yerini görme fırsatı verdi. Zaten şehir
dışındaki yoldan giderken Meriç nehrinin kenarında sıralanmış ağaçları
rahatlıkla görmek mümkün. Ancak sınırdaki Dedeağaç’ı da kapsayan Evros (Meriç)
vilayetinde pek Türk bırakmamışlar. Türkler daha içeride Gümülcine ve İskeçe
taraflarında yer alıyor.
Kanlı Kıbrıs Haritası
İlk
defa Dedeağaç’ta anayol kenarında gördüğüm bir tabela beni oldukça şaşırttı.
Tabeladaki Kıbrıs haritasında Türklere ait adanın kuzey kısmı kan rengi olan
kırmızıya boyanmış ve buradan güneye doğru kan damlıyor. Yunanca ve İngilizce
yazılarda “Kıbrıs’ı unutma” ifadesi yer alıyor. Yani Dedeağaç’taki Yunanlılara
vatanlarına sahip çıkması uyarısında bulunuluyor. Sonradan aynı tabeladan
Kavala’da da gördüm. Meğer bu tür tabelalar Yunanistan’ın her tarafında varmış.
Türkiye ve Türk düşmanlığını açıkça körükleyen bu tür tabela ve afişlerin
kaldırılması konusunda Türk devleti şimdiye kadar bir girişimde bulundu mu
bilmiyorum.
Yunanlıların Kompleksi
Yunanlılar
halen bir çok konuda bize karşı rahat değiller. Bunlardan biri de Batı Trakya.
Karşılaştığınız bir Yunanlı’nın ağzından Batı Trakya’daki Türk varlığına
ilişkin bir kelime işitmek çok zor. Adeta buradaki azınlığı görmezden
geliyorlar. Ancak diğer yandan pek çoğunun bilinçaltında “Küçük Asya”da bırakılan
toprakların kötü hâtırası var. Bunda Türkiye’den mübadele ile gelen Rumların
sayısının çokluğu da etkili olsa gerek. Çünkü tanıştığınız insanlar arasında
babası veya dedeleri Türkiye’den göç etmiş kimselere sıklıkla rastlıyorsunuz.
Yunanlılar
Batı Trakya için bastırdıkları turistik amaçlı kitapçık ve broşürlerde Türklere
ve İslâm’a ait bir şey göstermemeye özellikle dikkat ediyorlar. Bölgedeki Türk
varlığından tek bir kelimeyle bahsedilmediği gibi, inanç turizmi ile ilgili
basılan broşürlerde bile Gümülcine veya İskeçe’den bir tek bir cami karesi
koymuyorlar. Hâlbuki Gümülcine ve İskeçe’ye gelen turistlerin gezebilecekleri
en önemli tarihi yerler, Osmanlı döneminden kalma cami, medrese vb eserler. Bir
kültürel zenginlik olarak dahi bu eserlerden bahsetmemeleri Yunanlıların
azınlıklar konusunda ne derece hassas olduklarını gayet iyi gösteriyor.
Yunanlıların
içlerinde bize karşı bir ümitsizlik ve bezginlik seziliyor. Yunanistan
seyahatinden edindiğim bir izlenim de Türkiye’nin tartışmasız bölgenin lider
ülkesi olduğu. İstanbul halen eski Osmanlı coğrafyasının ekonomik ve kültürel
merkezi. Türkiye nüfusuyla, ekonomisiyle ve kültürüyle küçük komşularını âdeta
bunaltıp etkisi altına alıyor. Yunanlıların kişi başına geliri 2003 yılı
itibariyle her ne kadar 15 bin doları aşsa da, bize karşı olan psikolojik
ezilmişliklerini aşmaları zor gözüküyor.
Yunanlılarla Kültürel Benzerlik
İnsan
Yunanistan’ı ziyaret ederken çok zıt duyguların cenderesinde kısıp kalıyor. Bir
tarafta tarihten gelen rekabet hatta düşmanlık, öbür tarafta müthiş bir
kültürel benzerlik. Arada sadece dil ve din farkı var. Türkçe’nin yerini
Yunanca ve camilerin yerini kiliseler almış. Gerisi aynı. Müzik, yemekler,
insanların simaları, hâl ve hareketleri neredeyse ortak. Kim Yunanlı kim Türk
ilk bakışta kesinlikle ayırt edilmiyor. Yollarda yürürken hiç yabancılık
hissetmiyorsunuz. Eski ve yeni binaların mimarileri benzer, sokakların
temizliği ve düzeni bile neredeyse aynı. Bazen isimler bile ortak. Dolayısıyla
bir Yunanlıyla dostça bir sohbetin başlangıcı “biz aslında birbirimize ne kadar
da çok benziyoruz” cümlesiyle başlıyor. Derken ortak kelime bulma yarışı
geliyor.
Yunanlılar
bizi pek sevmiyorlar ama Türklerin ve Türkiye’nin cazibesinden de kaçamıyorlar.
Diğer taraftan mutfak kültüründen eğlencesine, oradan insanların karakterine
kadar bu iki millet birbirine o kadar benziyor ki, aradaki bu çelişkiyi idrak
etmek kolay olmuyor. Bu da derin bir araştırma konusu gerek.
[1]
Günümüzde Batı Trakya denince akla Yunanistan sınırları içinde kalan ve Türkiye
sınırındaki Meriç (Evros) nehrinden
İskeçe’nin hemen batısında bulunan Karasu (Nestos)
nehrine kadar olan bölge gelmektedir. 1923 Lozan Antlaşması’na göre, Batı
Trakya bölgesindeki Türkler ile İstanbul’daki Rumlar mübadele dışı tutulmuşlar
ve yerlerinde kalmalarına izin verilmiştir. Batı Trakya bölgesi idari olarak üç
vilayetten oluşmaktadır. Doğuda merkezi Dedeağaç olan Türkiye sınırındaki Meriç
vilayeti, ortada merkezi Gümülcine olan Rodop vilayeti ve batıda İskeçe
şehrinin adının taşıyan İskeçe vilayeti yer almaktadır. Çeşitli kaynaklara göre
değişmekle birlikte genel olarak 350.000 olan Batı Trakya nüfusunun 150.000’ini
Türklerin oluşturduğu söylenebilir. Türklerin büyük kısmı Rodop ve İskeçe
vilayetlerindeki şehir ve köylerde yaşamaktadır. Türkiye sınırındaki Meriç
vilayetinde yaşayan Türklerin tamamına yakını ya Türkiye’ye ya da daha batıdaki
yerlere göçe zorlanmıştır.
[2] Bu
yazı, Trakya Demokritus Üniversitesi tarafından ilki 2-5 Haziran 2003 ve
ikincisi 19-27 Temmuz 2003 tarihleri arasında Dedeağaç’ta düzenlenen
“Uluslararası Alanda Akademik Temasların Teşviki” konulu seminerler sırasında
yapılan gezilerden elde edinilen izlenimlere dayanılarak yazılmıştır.
* Dr., Adnan Menderes
Üniversitesi, Nazilli İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası
İlişkiler Bölümü
Gümülcine
İskeçe
İbrahim Paşa Camii, Kavala
Kavala Kalesi
Kavalalı Mehmet Ali Paşa Heykeli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder