11 Temmuz 2009 Cumartesi

Doğu Türkistan İzlenimleri

Anayurttan Atayurda Türk Dünyası Dergisi, Yıl/Volume:9, Sayı/Number:21, 2001, ss./pp.66-79.

DOĞU TÜRKİSTAN İZLENİMLERİ
Çin Şincang Uygur Özerk Bölgesi [1]



Selçuk Çolakoğlu*

Birinci Gün
Biraz heyecan biraz endişe. İşte Şincang yolculuğunu anlatan iki anahtar kelime. Çin Şincang Havayolları (China Xinjiang Airlines) ile Pekin’den havalanalı iki buçuk saati geçti. Bir taraftan da Urumçi seyahatini ayarlamaya çalışıyorum. Nerede kalacağız, nasıl gezeceğiz, ulaşımımızı nasıl sağlayacağız gibi sorular zihnimi meşgul ediyor. Şincang üzerine daha önceden aldığımız iki İngilizce seyahat kitabından onbeş günün planını çıkartmaya çalışıyorum. Beni en çok heyecanlandıran ise yıllarca harita üzerinden bakıp ezberlediğim ve üzerine kitaplar okuduğum şehirleri kendi gözlerimle görebilecek olmam.
Uçağımıza gelince: Uçağımız Rus malı ve eskice. Ayrıca kalkış süreci biraz sarsıntılı oldu. Bundan olsa gerek eşim Emine bu yoculukta çok korktu. Ancak Şincang Havayolları’nın izzet ikram yönünden Air China’dan daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Uçaktaki yolcuların çok büyük bir kısmı Çinli. Bizim gibi tek tük yabancılar seçilebiliyor aradan. Biraz da yerli halktan insan var. Aşağıya bakınca kupkuru bir arazi görünüyor çoğu kez. Hatta bazen kum çölünün üzerinden uçuyor uçak.

Ve Urumçi
Pekin’den yaklaşık üç buçuk saat süren bir yolculuktan sonra uçağımız Urumçi havaalanına indi. Hava limanının eski kısmı oldukça küçük. Ancak yan tarafta inşaatı bitmek üzere olan ek terminal oldukça büyük yapılmış. Fakat meydanda Şincang Havayolları’nınkinden başka uçak yoktu.
Havaalanından çıkınca yaşadığımız kısa bir karasızlıktan sonra bir taksiye atladık ve kitaptan tespit etmiş olduğumuz hesaplı bir otelin adını söyledik. Çinli taksi şoförüne gideceğimiz yeri kitaptan doğrulatmaya çalıştık. Vardığımız Hualian Hotel’in personeli de tamamen Çinli’ydi. Çat pat İngilizce ve biraz da vücut dilini kullanarak anlaşmayı becerdik. Bize verdikleri fiyat ise kitapdakinden daha düşük gözüküyordu. Odamızın bulunduğu kata çıkınca oradaki görevli bizden oda ücretinden daha çok para istedi. Biz de niye istendiğini bilmediğimiz için parayı vermemekte direndik. Çünkü hava parası vermek istemiyorduk. El kol hareketleriyle anlaşmaya çalıştığımız görevliyle girdiğimiz tartışmadan biz galip çıktık. Turfan’a gittiğimizde bizden istenen paranın çıkarken geri alınabilen depozito olduğunu öğrenecektik. Fakat odayı görünce eyvah demekten kendimizi alamadık. Eşimin yüzünde beliren hoşnutsuzluk ifadesini halen unutamıyorum. Yan yana konmuş ve örtüleri pis mi pis iki karyola, eski ve küçük bir televizyon, insanın girmeye bile çekindiği bir banyo.

Urumçi’de Akşam Turu
Şimdiye kadar Çin beklentilerimizi hep olumlu yönde boşa çıkardı. Urumçi de büyük, düzenli ve bakımlı bir yer. Yollardaki motorlu araç oranı Pekin’i aratmayacak kadar yüksek. Şehir merkezinde ise gökdelenvari binalar yükseliyor ve yanlarında yenilerinin inşaatı sürüyor. En az Pekin’deki kadar lüks alışveriş yerlerini, lokantaları ve cüretkar giyinmiş Çinli kızları görmek mümkün. Urumçi dedikleri gibi gerçekten bir Çin kenti haline gelmiş. Arada bir gözüken Uygurları saymazsak insan kendini Çinlilerin anavatanında gibi hissediyor. Ta ki gittiğimiz pazara kadar.
Şehir merkezinde gezerken kendimiz bir anda Uygurlarn içinde bulduk. Burası üstü kapalı bir çarşıydı ve meyve-sebze ile küçük ev eşyaları satılıyordu burada. Tezgah sahiplerinin büyük bir kısmı Uygur’du ve arka kısımda da şiş kebap satan dükkanlar vardı. Biz tam Batılı turist gibi gözüktümüz için Uygur satıcılar da bize elleriyle işaret yapıp pahalı tarifeden birşeyler satmaya çalışıyorlardı. Konuştuğumuz Türkçe’yi anlayamıyorlardı ya da aynı dili konuşabileceğimize hiç ihtimal vermiyorlardı. İlk başta sandığımız gibi Uygurlarla anlaşmanın kolay olmayacağını düşünerek umutsuzluğa kapıldık. Sonra çöp şiş yapan bir Uygur gencin yanına giderek yakın anlamlı ve benzer kelimeleri ard arda kullanarak anlaşmaya çalıştık. Nihayet başarıya ulaştık ve sekiz adet şiş köfte ve bir pideyi 5 Yuan yani yarım dolara aldık. Sonra bu çocukla konuşurken yandaki diğer bir köfteci genç lafa daldı. Nedense onun konuşmasını çok daha rahat anlayabildik. Her ikisi de İstanbul ve Türkiye’yi biliyorlardı. Hatta diğeri Türkiye’de Uygurların yaşayıp yaşamadığını sordu.
Pazarın çıkışında bir kayısı satıcısıyla yine Türkçe söze girdik. Bizim Türkçe konuştuğumuzu anlayan yandaki diğer bir satıcı hemen yanımıza geldi ve nereli olduğumuz sordu. Türkiye’den geldiğimizi söyledikten sonra çok samimi ve güzel diyaloglar başladı. Tezgahın etrafı ise bir anda kalabalıklaştı. Bu insanlar bir taraftan meraklı ve heyecanlı gözlerle bize bakıyorlar bir taraftan da sorular sorup konuşmamızı dinliyorlardı. Sonuçta zaten çok ucuza satılan kayısıyı yok pahasına aldık. Satıcı olgunlarının yanında ham kayısıları da koymaya çalışırken diğerleri “Sen nasıl gardaşına bunları verirsin?” diyerek müdahale ediyor ve torbadan ham meyvaları çıkartıp güzellerinden koyuyorlardı. Pazaryerindeki bu tatlı diyologlar günün tüm yorgunluk ve sıkıntılarını üzerimizden aldı götürdü.

İkinci Gün
Şincang Uygur Özerk Bölgesi Müzesi
İkinci günün sabahı Urumçi’de kaldığımız otel odasından kaçarcasına ayrılarak şehrin kuzey ucunda yer alan Sincang Müzesi’ne gittik. Müze bünyesinde zengin kültür eserlerini barındıran bir yer. Özellikle mumyaların bulunduğu kısım oldukça etkileyici, bir o kadar da ürpertici. Binlerce yıl öncesinden kalma saçlı sakallı mumyaları hayatımda ilk defa bu kadar yakından görüyorum.
Müzenin diğer bir etkileyici kısmı ise İslam öncesi ve sonrası Türk eserlerinin sergilendiği bölümdü. Şincang’ta yaşayan çoğu Türk kökenli (Uygur, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar vb.) etnik grupların geleneksel eşya ve kıyafetlerinin sergilendiği kısım oldukça ilgi çekici. Müzedeki bazı görevliler Uygur‘du. Hatta satış bölümündeki görevlilerle Türkçe konuşup onlardan kitap satın aldık. Müzeden çıkmaya hazırlanırken erkek bir Uygur görevli biletimizi tekrar kontrol etmek isteyince anlamsız bir tartışma yaşandı.
Urumçi’deki Turfan otobüs terminaline giderken taksimiz kenar semtlerden geçti. Buradaki yıkık dökük ve bakımsız evlerde daha çok Uygurlar oturuyordu. Eşek arabası, bisiklet, bisiklet arabası ve el arabası gibi motorsuz araçları bolca görmek mümkün bu kenar semtlerde. Turfan otobüs terminali herhalde yeni hizmete girmiş. Çünkü elimizdeki İngilizce seyahat kitaplarında böyle bir terminalden bahsedilmiyordu. Terminalde biletler gişelerde bilgisayarlı bir sistemle satılıyor. Gişe memurları Çinli olduğu için, hangi biletin bizim için daha uygun olacağını oradaki Uygurlara sorduk. Bu sayede ucuz biletten temin edebildik.
Otobüsümüz eskiydi ama yolcuların çok büyük kısmı Uygur olduğu için iyi bir gözlem fırsatı oldu. Otobüste meraklı ama rahatsız etmeyen bakışlarla karşılaştık. Urumçi-Turfan arasında ise, beklentimizden çok farklı olarak, yeni yapılmış güzel bir yoldan gittik. Burası henüz bir kaç yıl önce tamamlanmış ve Urumçi’yi Pekin’e karayoluyla daha hızlı bağlayan bir otoyoldu. Yol kenarında yer yer son sistem yel değirmenlerine de rastgeldik. Çin yönetimi bu bölgenin her tarafına gerçekten büyük yatırımlar yapıyor. Ancak bu, bölgeye daha fazla Çinli göçmen gelmesi anlamına geliyor.
Urumçi-Turfan arası coğrafi açıdan bazı istisnalar hariç tam çöl gibiydi. Düz arazi ile yanıbaşında uzanan dağlarda ot bile bitmiyordu. Suyun olduğu yerler ise çayırdı ve burada otlayan büyük ve küçükbaş hayvan sürüleri görülüyordu. İki şehir arasında hemen hemen hiç yerleşim alanına rastlanmıyor. Urumçi’nin hemen çıkışındaki heybetli ve başı karlı Bayangol Dağı, yanıbaşındaki çölle büyük bir tezat oluşturmakyadı. Otoyolda giden otobüsümüz hiç ara vermeden üç saat içerisinde Turfan’a ulaştı.

Turfan
Turfan`a gelir gelmez yanımızda hemen bir Uygur bitti. Osman adındaki bu genç şehrin civarındaki yerleri gezdirmek için hem şoförlük hem de rehberlik yapmak istiyordu bizim için. Otobüs terminali yanındaki pahalı otel yerine Osman bizi daha ucuz bir yere götürdü. Gittiğimiz Yiyuan Hotel Urumçi’de kaldığımız yere göre daha temiz ve bakımlı bir yerdi. Buradaki otel görevlileri de Çinli olduğu için Osman bize tercümanlık yaptı. Bizim Türkçe söylediklerimizi Çince’ye çeviriyor Çinlilerinkini de bize aktarıyordu. Osman ayrıca Turfan’ı çok yoğun ziyaret eden Japonlar’dan Japonca’yı öğrendiğini söyledi. Üstelik kitaptan çalışarak biraz pratik İngilizce de öğrenmiş. Biz ise Osman’dan Uygurca ile Türkiye Türkçesi arasındaki farklı kelimeleri, kullanımları ve söyleyişleri öğrendik. Daha sonra da şoför Osman’la iki günlük bir civar turu için anlaştık.

Üzüm Vadisi
Turfan tam anlamıyla bir üzüm cenneti. Yöre halkının en büyük gelir kaynağı şarap ve kuru üzüm. Şehrin yamacında bu amaçla turistik bir mesire yeri oluşturulmuş. Biz de burada önce Uygur yemeklerinden tattıktan sonra da etrafı gezdik. Sergilenen resimlerden anladığımız kadarıyla Çin’in eski ve yeni devlet başkanları hep ziyaret etmişler burayı. Geleneksel Uygur evlerini görmek, Uygur müziği dinlemek ve Uygur kıyafeti giymiş genç kızlarla karşılaşmak mümkün burada.

Karez Yeraltı Sulama Kanalı
İki bin yıl önce Antik Çin döneminde inşa edilmiş bu su kanalı, Bogdaşan Dağı’nın eriyen kar sularını yer altından buharlaşmadan Turfan’a getiriyor. Biz belli bir noktasından biraz içeriye girdik. Suyundan içtik. Gerçekten tatlı ve lezzetli bir suydu. Ancak kişi başına 15 Yuan vermek için pahalı bir yer.

Jiaohe Harabeleri
Burası Han Hanedanlığı döneminde Çin’in uç sınırlarını korumak için inşa edilmiş ileri bir garnizon şehri. Bana bizim Peribacaları’nı hatırlattı. Toprağın rengi gri ve rüzgarın aşındırmasına açık. Bu yüzden insan eliyle yapılmış olmaktan çok rüzgarla işlenmiş izlenimini veriyor. Toprağın üzerinde ot bile bitmiyor. Ancak az ileride, suyun geçtiği yerlerde bağ ve bahçeler göze çarpıyor. Harabeler oldukça geniş bir alana yayılmış durumda ve insanı büyüleyici bir manzarası var. Burada karşılaştığımız iki sevimli Uygur çocuğu elimizdeki biletleri rica ettiler. Alınca da sevinçle uzaklaştılar. Herhalde bizden aldıkları biletleri tekrar satmayı düşünüyorlardı.

Emin Minare
Resmini gördükten sonra dört gözle gitmeyi beklediğimiz bir yerdi burası. 1777 yılında bölgenin idarecisi Emin Hoca tarafından Afgan mimarisiyle yaptırılan bu caminin en ilginç kısmı, gözetleme kulesi gibi göğe uzanan ve üzeri işlemeli minaresi. Bu yüzden bu tarihi yapıyı arkamıza alarak bol bol resim çektirdik.
Akşamüzeri de Turfan’ın merkezindeki Geçtik Pazar’ı gezdik. Burası açıkta kurulan tezgahlarda kebap çeşitlerinin ve meyve-sebzelerin satıldığı bir yer. Osman’ın dediğine göre, 150 bin nüfuslu Turfan kenti, Kaşgar ve Hoten gibi Türkler ve Çinlilerin yarı yarıya olduğu bir yer. Ancak Urumçi’ye göre Turfan’da Uygurların bariz bir ağırlığı var. Bugün gezdiğimiz civardaki yerler ise tamamen Uygurdu. Ancak Uygurlar köylü bir toplum ve halen eşek arabasına biniyorlar. Yerli halkla Çinliler arasındaki kaynaşma oranı ise son derece düşük. Şoförümüz açıkça Çinlilerden hoşlanmadığını söyledi.
Otel odamızdaki televizyondan Uygurca yayin yapan XJTV-2`nin haberlerini dinleyebilmek, filmlerini izleyebilmek Uygurcamızı geliştirme adına büyük bir fırsat oldu.

Üçüncü Gün
Turfan’da Kahvaltı
Şoförümüz Osman turdan önce bizi kahvaltı için bir lokantaya götürdü. Buna sabah yemeği desek daha doğru olur. Uygurlar sabah kahvaltısında bile etli yemek yiyorlar. Bizim içimiz almadığı için sirkeli salata ısmarladık. Sandığımızın aksine yoğurt, ayran, peynir gibi yiyecekler pek bilinmiyor burada. En azından yaygın tüketilmiyor. Uygurlar yemek yerken çubuk kullanıyorlar ve kara çay dedikleri tek çaydanlıkta demlenen oldukça açık bir çay içiyorlar. Yani Uygur Mutfağı Türk ve Çin mutfaklarının bir karışımı.

Astana Antik Mezarlığı
Burası Jin hanedanlığı döneminde yapılmış bir mezarlık alanı. Turfan’dan yaklaşık 45 km ileride. Turfan’la Astana Mezarlığı arası ise çöl gibi çıplak arazi ve hemen hemen hiç bir şey yok. Sadece yeni bazı petrol kuyularına rastlamak mümkün. Antik mezarların etrafı yeşillik ve burada da küçük bir yerleşim yeri var. Antik mezarların sadece üç tanesi ziyarete açık. Yerin yaklaşık 3 m. altındaki mezarlardan birinde iki mumya, diğer ikisinde kuş ve insan figürleri var. İnsan yalnız gezerken oldukça ürperiyor.

Gaochang Harabeleri
Burası Astana Antik Mezarlığı’na oldukça yakın bir yer. 7. yüzyılda Uygurların Moğolistan’dan Şincang’a hareket ettiklerinde toparaktan inşa ettikleri bu kentin yapıları kolay aşınır bir özelliğe sahip. Toprak yapısı ve mimari olarak dün ziyaret ettiğimiz Jiaohe Harabeleri’ne çok benziyor. Ancak daha geniş bir alana yayılmış olduğu için, turistler eşek arabalarıyla geziyorlar. Eşek arabalarının sahibi olan Uygurlar adam başı 20 Yuan istiyorlar. Ancak biz yürümeğe karar verince 15 Yuan’a düştüler. Gerçekten esas harabelerin bulunduğu kısım o sıcakta yürünmeyecek kadar uzak. Eşek arabasında çalışan iki Uygur, giderken sadece ikimizi götürdü. Ancak dönüşte arabanın içine Tayvanlı turistleri doldurmuşlar. Bu yüzden oturacak yeri zor bulduk. Bizi ilk önce Kazak’a benzeten Uygurlardan pazarlıkla bir de Kazak şapkası aldık. Yanında üzerinde Çince karakterler olan Han Hanedanlığı’ndan kalma tarihi demir bir sikkeyi hediye olarak verdiler.

Kızıldağ
Turfan yolu üstünde bulunan bu dağı turla gezdirmiyorlar. Ancak turistler yol kenarında durup parayla dağın resmini çekiyorlar. Osman biraz ileride durup resim çekmemizi sağladı. Böylece para ödemekten kurtulduk. Tamamen çıplak ve dikine aşınmış olan bu koca dağ, gün ortasında ateş rengini alıp yanıyormuş gibi gözüküyor.

Uygur Kabristanı
Uygurların mezarlık anlayışları bizimkinden biraz farklı. Su olmadığı için mezarlıklarında hiç ağaç ve yeşillik yok. Mezarın üstünü toprakla tümsek şeklinde yapıyorlar. Bazı mezarların üstüne yine topraktan türbe yapmışlar. Birden fazla türbenin biraraya gelmesi ilginç bir manzara oluşturuyor.

Turfan Sıcağı
Lut Gölünden sonra dünyanın ikinci alçak yeri olan Turfan’da öğle saatlerinde inanılmaz bir çöl sıcağı oluyor. Otel odamız klimalı olduğu halde yine de sıcaktı. Öğle vaktinde pazara giderken Osman bize iyilik yapıp pazara kadar arabasıyla götürüp getirdi. Yine de sıcaktan beynimiz sulandı. Akşam gezmek için gayri resmi Şincang saatiyle[2] 4’te çıktığımız halde öğleyi aratmayacak bir sıcak vardı. Sabahın altısında bile bu yapışkan sıcağı hissediyorsunuz.

Turfan Gezisi
İkindi vakti biraz alışveriş yapmak için dışarı çıktık. Ancak bekediğimiz gibi büyük bir alışveriş merkezi bulamadık. Gün boyunca karşılaştışımız, birşeyler aldığımız Uygurlar Türk olduğumuzu duyunca bize oldukça yakınlık gösterdiler, hatta biraz ucuza satış yaptılar. Artık bir gördüğümüz insanla ikinci defa karşılaşınca selamlaşmaya başladık.

Uygur Kitapçısı
Şehirde gezerken Uygurca kitap satan bir kitapçıya rastladık. Buradan hem Uygurca-İngilizce kitaplar hem de yeni baskı Uygurca kitaplar aldık. Yabancıların Uygurca kitaplara ilgi göstermesi kitapçıda çalışanları oldukça memnun etti.

Turfan Çarşısı
Şehir merkezindeki bu çarşı gerçekten geleneksel bir Uygur pazarıydı. İnsan burayı gezerken kendisini biraz köy pazarında biraz da mistik bir ortamda hissediyor.

Dördüncü Gün
Huiler
Turfan’da dolaşırken özellikle kenar semtlerde Çinli Müslüman olan Huilerle de karşılaştık. Ancak görünüş olarak Çinlilere benziyorlar. Kendi anadilleri olmayan hem Uygurca hem Çince konuşan bu halk gerçekten ilginç bir kültür örneği. Giyim kuşamları Uygurlara benzemesine rağmen biraz farklı. Erkekleri Uygurların renkli takkesi yerine beyaz bir takke takıyorlar. Kadınlar da Uygurların renkli tülbentleri yerine beyaz sıkma geçiriyorlar başlarına. Ayrıca kendilerine ait mimariyle inşa ettikleri camileri de var. Fakat Uygurları kendilerine daha yakın görüyorlar. Han Çinlilerine karşı daha mesafeliler.
Turfan gündüzleri çok sıcak olduğu için öğle vakti hayat adeta duruyor. İkindi vakti tekrar canlanmaya başlıyor. Hele güneş batmaya yüz tutunca ortalık cümbüşe dönüyor. Yollara pazarlar kuruluyor, insanlar çoluk çocuk alışveriş yapmak ve gezmek için yollara dökülüyor. Özellikle Geçtik Pazar ve hemen yanındaki havuzlu park tüm toplumsal ilişkilerin odağı. Çinli olsun Uygur olsun Hui olsun Turfan’daki herkesin hoşça vakit geçirme yeri burası. Bir taraftan mini etekli ve gayet rahat davranan Çinliler ortalıkta gezinirken, diğer yanda çimlerin üzerinde kadınlı erkekli namaz kılan Uygurlar göze çarpıyor.
Turfan’da üçüncü günümüzü doldurduğumuz için Uygurlardan epey ahbap edindik. Yolda giderken selamlaştıklarımızın sayısı sürekli arttı. Bizi kendi üzüm bağına davet eden, bir yakınının düğününe götürmek isteyen bir sürü insanın teklifiyle karşılaştık. Hatta Pazar yerinde karşılaştığımız yaşlı bir amca kuzeydeki Gulca kentine davet etti bizi. Fakat bizim gezi planımız biraz daha farklıydı. Ancak bazıları bizi ilk gördüklerinde Batılı turist sanmalarına rağmen, Uygurca konuştuğumuzda bölgede çokca dolaşan Pakistanlı tüccarlara benzetiyorlar. Türkiye’den birilerinin gelebileceği hiç akıllarına gelmiyor. Gerçekten ortalığın yabancı turist kaynadığı bu bölgede seyahatimiz boyunca hiç bir Türk vatandaşıyla karşılaşmadık.

Dördüncü Gün
Felaket Bir Yolculuk
Dördüncü günün sabahında Kuça’ya gitmek için otobüs terminaline gittik. Hesaplarımıza göre bu yolculuğun 10-12 saat sürmesi gerekiyor. Önce biletimizi aldık ve hareket saatini beklemeye koyulduk. Derken hareket saati gelince otobüsümüze yöneldik. Bu otobüs Urumçi’den gelirken bindiğimiz otobüse göre daha eskiydi. Zaten Kuça’ya varana kadar üç dört defa lastik patladı. Herhalde şimdi Türkiye’nin hiç bir yerinde kullanılmıyordur böyle bir külüstür. Ayrıca koridora bile açar kapanır koltuklardan koymuşlar. Bu yüzden otobüs tam dolunca kıpırdamak mümkün değil. Paragöz ve kendince uyanık şoförümüz bizi arka tarafa ve ayrı ayrı oturttu. Yaptığımız tüm itirazlar boşa gitti. Yolcular arasında Uygurlardan başka Çinliler de ağırlıktaydı. Ayrıca dördü Fransız biri Japon olmak üzere bizden başka beş yabancı turist daha vardı.
Otobüsümüz ise sıcaklığı gittikçe artan bir havada ve bazı yerleri asfaltlanmamış son derece bozuk bir yolda ilerliyordu. Zaman ilerledikçe de yanımıza aldığımız şişelenmiş soğuk su ile yiyecekler tükenmeye başladı. Son derece pis dinleme tesislerinde(!) ise bir şeyler yemek mümkün değildi. Buralardaki en büyük şansımız lezzetli kavun ve karpuzlardan kestirip yiyebilmekti. Tabii o da her yerde yoktu.
Otobüsdeki insan manzaraları ise daha vahimdi. Teke gibi kokan, orta yerde yellendiren, burnunu karıştıran, pis elleriyle bir şeyler yiyen ve hatta herkesin gözü önünde ihtiyaç gideren insanlar.
Yol üzerindeki diğer büyükçe bir kent olan Kurla’ya ancak akşam saatlerinde vardık. Ama nedense burada inip yola ertesi gün trenle devam etmekten son anda vazgeçtik. Bu bizim ikinci büyük hatamız oldu. Ertesi gün sabah saatlerinde Kuça’ya vardığımızda yarı baygın bir halde fiziki tükenmişliği yaşıyorduk. Vücudumuzun bazı yerleri ise sağa sola çarmanın verdiği darbe izleri sonucu çürümüştü. Yaklaşık 24 saat süren ve tahammül gücümüzün sınırlarını zorladığımız bu kabus gibi yolculuk bizden çok şeyler aldı götürdü.

Beşinci Gün
Kuça
Kaldığımız Kuça Hotel daha önce kaldığımız yerlere göre daha rahat ve temiz. Maalesef buranın da tüm personeli Çinli. Bu yüzden onlar İngilice, biz Çince bilmediğimiz için anlaşmamız kolay olmuyor. Kulağımız Uygurca’ya gün geçtikçe daha da alıştığı için artık tüm işlerimizi yerli halkla halletmeye çalışıyoruz. Ancak Kuça’da da Uygurlara ait otel, Uygur taksici göremedik. Hele taksicilerle anlaşırken İngilizce seyahat kitabında yer alan otel, istasyon gibi temel kelimelerin Çincelerini göstererek anlaşabiliyoruz.
Önceki gün yaptığımız kabus gibi yolculuğun etkisiyle sabahın erken saatlerinden ikindi vaktine kadar aralıksız uyuduk. Aslında gün boyunca uyuyabilirdik ama iki günlük açlığın da etkisiyle kalkıp şehirde yiyecek temiz ve lezzetli birşeyler aramaya başladık. Burada Turfan’a göre Uygurlara ait daha çok lokanta var. Üstelik bir de daha temiz gözüken yine Uygurlara ait turistik bir lokanta bulunuyor. Kuça’da Turfan gibi antik dönemlerden kalma tarihi eserler çok. Ancak bazıları oldukça uzak olduğu için o yorgunlukla gitmeye cesaret edemedik.

Mevlana Eşding Hoca Türbesi
Bölgeye İslam’ı anlatmaya gelen ilk tebliğcilerden Mevlana Eşding Hoca’nın türbesi tarihi bir camiinin hemen yanıbaşında. Mevlana Hoca Kuça’ya geldiğinde bilinmeyen bir sebepten vefat etmiş ve buraya defnedilmiş. Camisi ise küçük ve mütevazı olmasına rağmen sadelik ve zerafeti bünyesinde barındırıyor. Burada Avusturya’da çalışan Özbek bir aileyle tanıştık. Avusturya’daki Türklerden Anadolu lehçesini epey kapmışlar. Caminin imamının kirli elbiseli çocukları verdiğimiz oyuncakları hemen kaptılar. İmamın babası ise temsili bir Uygur ihtiyarıydı. Ancak dinen uygun olmadığı gerekçesiyle bizimle resim çektirmek istemedi. Buranın yakınında bulunan Qiuci Harabeleri’nde ise biraz toprak yığınından başka bir şey bulamadık. Zaten tabelayı görmesek geldiğimizi bile anlayamayacaktık.

Altıncı Gün
Yorgunluktan erken kalkamadığımız için Kaşgar’a giden sabah trenini kaçırdık. Öğleden sonraki yük treniyle de gitmek istemediğimiz için Kuça’da bir gün daha geçirmeye karar verdik.
Kuça Turfan’a göre oldukça sakin bir yer. Turfan’da günbatımıyla birlikte ortalık panayır alanına dönerken, Kuça akşam vakti daha da tenhalaşıyor. Zaten gündüzleri de çok harketli olduğunu söylemek zor. Ancak geleneksel pazar yerleri renkli ve hareketli. O da akşamüzeri sona eriyor.
Akşam otele döndüğümüzde bir ara elektrikler kesildi. Dışarıdan oyun oynayan çacukların koro halinde sesleri geliyor: “Bir, ikki, üç, dört, beş...”. Sanki Türkiye’deyiz.

Yedinci Gün
Kaşgar Treni
Kaşgar’a giden sabah trenine son anda yetişebildik. İstasyon ise oldukça kalabalıktı. İnsanlar telaşla vagonlara binmeye çalışıyorlardı. Biz de kalabalığa uyduk. Vagonlar belediye otobüsü gibi kalabalıktı. Oturacak yer olmadığı için ayakta bekleyenler de bir hayli fazlaydı. Biz de çaresiz beklemeye başladık. Yan tarafımızda oturan Uygur kızlar üç kişilik yerde sıkışarak Emine’ye de yer açıp dört kişi oturmaya başladılar. Biraz sonra kalkan bir yolcunun yerine ben de oturdum. Yaklaşık 12 saat süren tren yolculuğumuz yorucu olduğu kadar da ilginçti. Trenimiz kuzeyinde tamamen çıplak olan Tanrı Dağları (Tianşan), güneyinde hemen hemen çölleşmiş düz bir arazi olduğu halde ilerliyordu. Ancak burası hemen Taklamkan’ın sarı kum çölünün başladığı yer değildi. İlk başta insana ilginç gelen bu görüntü, saatlerce hiç değişmeden devam edince çekiciliğini yitiriyor.
Tarım Havzası’ndaki kocaman Taklamakan Çölü’nün etrafına epey mesafeyle şehirler serpilmiş. Nereden su çıkıyorsa orada yeşillik ve yerleşim yeri var. Ama bu yerleşim yerleri birbirinden o kadar uzak ki! Çinlilerin tarih boyunca bu hassas bölgeyi nasıl başarıyla elde tutabildiklerini şimdi daha iyi anlıyorum. Günümüzde bile havayolu dışındaki yolculuklar oldukça zahmetli ve çileli.
Aksu’dan sonra ayakta yolcu kalmadı ama üç kişilik yerde bazen üç bazen dört kişi oturarak yolumuza devam ettik. Öğle saatlerinden sonra trenin içi çöl sıcağının da etkisiyle fırın gibi ısındı. Zaman zaman şiddetle esen tozlu ve kavurucu rüzgardan dolayı camları da pek açamadık. Artuş’a kadar da bir suya hasrettik. Ama yine de bu yolculuğumuz iki gün önceki otobüs yolculuğuna göre çok rahat sayılır.
Diğer taraftan insani ilşikiler açısından yolculuğumuz son derece güzel ve verimli geçti. Bize yer veren kızlı erkekli Uygur gençlerle yol boyunca samimiyet kurduk. Birbirimizi anlayabildiğimiz ölçüde güzel ve zevkli bir sohbet geçti aramızda. Maliye lisesi mezunu bu gençler kendi kimliklerinin farkındalar. Ancak sürekli artan muazzam Han (Çinli) nüfusu karşısında biraz ümitsizler.

Ve Kaşgar
Hayallerimin şehri Kaşgar’a akşam saatlerinde ulaştık. Türklerin kurduğu en eski şehirlerden biri belki de en eskisi olan Kaşgar, bir çok ünlü Türk büyüğünü çıkarmış bağrından. Eski bir ticaret yeni bir turizm merkezi olan Kaşgar, görür görmez büyülüyor insanı. Buram buram tarih kokan bu kenti iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz. Ayrıca dünyanın pek çok yerinden gezmeye gelmiş turistlerle ve Pakistanlı tüccarlarla karşılaşıyorsunuz. Bu yüzden Çin’in en azından Şincang’ın başka yerlerine göre daha fazla İngilizce levhalarla karşılaşıyorsunuz.
Otele giderken bindiğimiz Uygur taksi şoförü Türkiye’den geldiğimizi öğrenince çok sıcak davrandı. Türklerin ve Ugurların bir millet olduğundan bahsetti uzun uzun.
Gittiğimiz Çinibağ Hotel ise turislerin başlıca uğrak yerlerinden. Bu yüzden doğal bir buluşma mekanı. Civarı gezmek isteyen turistler burada masrafları paylaşacak ortak arıyorlar kendilerine. Çinibağ’ın odaları ise rahat ve temiz. Çin koşullarında oldukça cazip bir otel.
Akşam hem karnımızı doyurmak hem de şehri biraz tanımak için kısa bir tur attık. Daha sonraki günlerin vazgeçilmez yiyeceği, bizdeki kapalı pidenin pohaça şeklinde yapılmışı olan Samsa’yı burada keşfettik.

Sekizinci Gün
Kaşgar Pazarı
Kaşgar adeta Tarım Havzası’nın ticari ve kültürel başkenti. Her yönüyle bölgenin ve civarın en önemli merkezi olduğu izlenimini veriyor. Taklamakan Çölü’nü de bünyesinde barındıran büyük Tarım Havzası’nın güneyine ve batısına doğru gidince Uygurların sayısı ve oranı artmaya başlıyor. Urumçi’de Uygurlar azınlıktaydı. Turfan’da ise neredeyse yarı yarıya. Kuça’da ise Uygurlar daha çok göze çarpıyor. Kaşgar’da ise azımsanmayacak sayıdaki Çinlilere rağmen, tam bir Uygur kenti. Turfan’da, Kuça’da ve özellikle Urumçi’de Uygur otel işletmecisi, taksici, dükkan sahibine ratlamak oldukça zorken, Kaşgar’da kendi işinizi gördüğünüz insanlar genelde Uygur. Diğer bir gösterge de tabela yazıları. Şincang’ta her türlü resmi tabela ve levha yazıları Uygurca[3] ve Çince yazılıyor. Eğer o tabela veya levhayı dikenler Uygursa, Uygurca yazı kocaman Çince daha küçük. Çinliler yazıyorsa tam tersi. Urumçi’den Kaşgar’a gittikçe Uygurca yazılar büyürken Çince karakterler küçülüyor.

İd Kah Mescidi
Kaşgar’ın adeta sembolü olan 15. yüzyıldan kalma bu tarihi cami, eski şehrin merkezinde bulunuyor. Caminin ana kısmı tadilat görmekte. Zaten caminin içinden çok heybetli ana kapısı ve yanlarındaki iki minare çok etkileyici. Hemen ilerisindeki saat kulesiyle birlikte müthiş bir uyum sergiliyor.
İd Kah Mescidi cuma günü ayrı bir heyecan veriyor insana. Cuma namazı sırasında bu tarihi cami ağzına kadar doluyor. Pek çoğu geleneksel kıyafetiyle camiye gelmiş genciyle yaşlısıyla farklı etnik gruplardan insanlar ilginç bir manzara oluşturuyor. İbadet boyunca camiye gireni çıkanı kontrol eden birisine rastlanmıyor. İbadet özgürlüğü konusunda halk üzerinde doğrudan bir baskı varmış gibi hissetmiyorsunuz. Sadece namaz vakitleri dışında camiler kapalı tutuluyor.

Yusuf Has Hacip Türbesi
Meşhur Atabetül Hakayik’in yazarı Yusuf Has Hacip’in geleneksel mimariyle inşa edilmiş büyük ve güzel türbesi Kaşgar’ın şehir merkezinde bulunuyor. Dışı mavi fayansla kaplanmış bu türbe son derece bakımlı. Bahçe kısmındaki sergide Yusuf Has Hacip ile ilgili yapılan faaliyetlerin bir tarihçesi resimlerle ve gazete küpürleriyle sergileniyor.

Ak Mezar
Hükümdar İskender’in Ak Mezar’ı. Hiç tadilat görmemesine rağmen ana bina geleneksel mimarisiyle dimdik ayakta. Sadece çinileri dökülmüş. Seyahat kitabında Çinlilerin Ak Mezar’dan pek hoşlanmadıkları yazıyor. Ancak bunun ötesinde Ak Mezar’la ilgili başka bir bilgi elde edemedik.

Ali Aslan Han Türbesi
Karahanlı sultanlarından Ali Aslan Han’ın ve validesinin türbesi Kaşgar’ın şehir merkezinin hemen dışında. Bu türbeler Uygur mezarlığının içinde kalmış. Ancak Ak Mezar gibi son derece ihmal edilmiş.

Dokuzuncu Gün
Ak Pak Hoca Külliyesi
Kaşgar ve civarının 17. yüzyıldaki yöneticilerinden ve aynı zamanda din adamlarından olan Ak Pak Hoca’nın geleneksel Orta Asya mimarisyle inşa edilmiş mükemmel bir küliyesi var. Ak Pak Hoca ve beş göbekten sülalesinin cenazelerinin defnedildiği sandukalarınn bulunduğu heybetli türbenin dışı zümrüt yeşili mozaiklerle kaplanmış. Külliyenin içinde ayrıca medrese kısmı ve üç ayrı cami var. Günümüzde tamamen müze olarak kullanılan bu külliyeyi gezerken insan buram buram tarih kokluyor. Külliyenin bakımına yeterince özen gösterilmemiş olması bile bu duygularını değiştirmiyor insanın.

Medeniyetler Kavşağı Kaşgar
Kaşgar sadece bölgenin ticaret ve kültür merkezi değil, aynı zamanda üç köklü medeniyetin buluşma noktası. Türk kökenli halkı ve Türk-İslam kültürüne ilaveten Çin yönetiminde olması dolayısıyla Çin medeniyetinin ve Hint yarımadasına komşu olması dolayısıyla Hint kültürünün etkisi altında. Tarihden gelen bu üç medeniyetin etkileşimi bugün farklı şekillerde devam etmekte. Çinlilerin yanısıra bölgede gezinen Pakistanlı tüccarlar, oldukça rağbet gören Hintçe film ve müzikler, Türk-İslam mimarisi. Ortalıkta dolanan bolca Batılı turist de ayrı bir renk katıyor bu havaya.

Kaşgar’da Türk Müziği Dinlemek
Kaşgar’da tatlı bir süprizle karşılaştık. Kaşgar’ın tarihi çarşısında kulağımıza bolca Türkçe ezgiler ilişti. Tarkan’dan Tayfun’a, Emrah’tan İbrahim Tatlıses’e, Barış Manço’dan Sedar Ortaç’a kadar belli başlı Türk şarkıcılarının kasetlerini rahatça bulmak mümkün Kaşgar’da. Hatta şehirdeki kasetçiler Türk şarkıcılarının posterleriyle süslemiş dükkanların duvarlarını. Bazı yerli sanatçılar da Türkçe parçaları Uygurca’ya uyarlamışlar. Dinleyenler bu parçaların Türkiye Türkçesi olduğunun farkındalar. Uygurlar sırf bu kasetler sayesinde Türkçe’yi rahatlıkla öğrenebilirler.

Onuncu Gün
Hıristiyan Misyonerlerle Karşılaşma
Bir insanın seyahat sırasında hiç karşılaşmak istemediği şey kuşkusuz hastalıktır. Ama maalesef bizim başımıza geldi. Eşim aniden midesinden rahatsızlanınca tüm seyahat planlarımız altüst oldu. Akşamüstü otelin havuzlu bahçesinde hava alırken Amerikalı Protestan misyonerlerle karşılaştık. Kendileri bizim için dua etmek istediklerini söylediler. Üç kadın bir erkekten oluşan bu grup tarihi İpekyolu’nda yolculuk yapıyorlardı. Amerikan ordusundan emekli olan erkek misyoner ise Uygurca öğreniyordu. Bu işin bize ilginç gelen tarafı, Amerikalı misyonerlerin ateist Çinliler üzerinde değil de Müslüman Uygurlar üzerinde misyonerlik çalışması yapmalarıydı.

Onbirinci Gün
Kaşgar Pazarı
Kaşgar’ın en büyük pazarı, pazar günü kuruluyor. Zaten büyük ve canlı olan geleneksel çarşısına ek olarak pazar günleri civardan da çok sayıda insan alışveriş yapmak üzere yanlarındaki mallarla birlikte bu pazara geliyorlar. Bölgedeki yabancı seyahatçiler de dört gözle bekliyorlar pazar gününü.
Gerçekten Kaşgar’da alışveriş yapmak büyük bir zevk. Bir defa fiyatlar yüksek değil. Üstelik bir Türk hiç Uygurca bilmeden rahatlıkla pazarlık yapıp satıcıya indirim yaptırabilir. Uygurca’da kullanılan sayılar Türkçe’dekiyle tamamen aynı. Zaten Türkçe ile konuşmaya başlayınca yabancı tarifesi uygulamıyorlar. Ayrıca Türkiye’den geldiğinizi duyunca büyük ilgi gösteriyorlar, hatta özel indirim yapıyorlar. Uygurlar Çin para birimi olan Yuan yerine Köy demeyi tercih ediyorlar. Uygurların renkli işlemeli takkesi ve Kazak şapkasından sonra Kırgızların Ak Kalpak’ını da dahil ettim kolleksiyonuma. O sırada yan tezgahtan İbrahim Tatlıses’in hemen ilersinden de Mahzun Kırmızıgül’ün nağmeleri yükseliyordu.

Meyve ve Sebze Diyarı Doğu Türkistan
Burada meyve ve sebzeler o kadar bol, ucuz ve lezzetli ki! Turfan’ın dillere destan bir üzümü var. Lokantalarda çay gibi ikram olarak geliyor. Kaşgar sokaklarında üzüme pek rastlanmıyor ama bölgenin hemen hemen her yerinde kavun, karpuz, şeftali, kayısı, erik gibi meyvelere bolca rastlamak mümkün. Özellikle Kaşgar’da yediğimiz içi kırmızı kavunların tatını hiç unutamayacağız. Hele Kaşgar inciri en az Aydın inciri kadar lezzetliydi.

Onikinci Gün
Kaşgar’da Son Gün
Kaşgar’dan ayrılmadan önce o geleneksel çarşısını bir kez daha gezmek istiyor insan. İlk olarak önceki gün bir çeşit saz aldığım19 yaşındaki Muhammet’in dükkanına gittim. Oraya sazın adını sormak için gitmiştim ama bu uzun bir sohbetin başlangıcı oldu. Civardaki diğer Uygur gençler de bu sohbete zaman zaman eşlik ettiler. Hepsi de yeni bir şeyler öğrenmenin arzusu içindeydi. Türkiye ve Türk dünyası konusunda da oldukça bilinçliydiler. Ama Çinlilerden o kadar bıkmışlar ki, hemen Türkiye’de Çinli yaşayıp yaşamadığını soruyorlardı. Yok cevabını işitince de biraz şaşırıyorlar daha çok da seviniyorlardı.
Kuyumcular çarşısı ise Kaşgar’ın diğer renkli bir köşesi. Özellikle yakut ve zümrüt işlemeli takılar revaça burada. Uygurlar da takı ve altına çok meraklı. Burada hem gezip hem fiyatları öğrenirken bir kuyumcu konuşmamdan hemen Türk olduğumu anladı. Zaten kendisi de hem ziyaret hem ticaret amacıyla tam yedi kez Türiye’ye gidip gelmiş. İki abisi de Türk vatandaşlığına geçmiş. Kuyumcu uzun uzadıya Türkiye’ye ne zaman ve nasıl gittiğini anlattı. Hatta Türkiye siyasetine bile değindi. Yolda kavunumu alıp mihmanhaneye (otel) dönerken kendimi bir Kaşgarlı gibi hissediyordum. İçimde ise meleketimden ayrılmanın hüznü vardı.
Elveda Kaşgar.

Onüçüncü Gün
Urumçi’ye Hareket
Kaşgar en az Urumçi kadar büyük ve önemli bir kent olmasına rağmen buradan Çin’in başka bölgelerine ve komşu ülkelere doğrudan uçak seferi yok. Bu yüzden önce Şincang’ın başkenti Urumçi’ye uçmak zorundasınız. Biz de planladığımızdan üç dört gün önce hareket ettik Urumçi’ye. Kaşgar’a 45 km uzaklıktaki Divanı Lugat-it Türk’ün yazarı Kaşgarlı Mahmut’un türbesini ve ünlü Uygur şehri Hoten’in ziyaretini başka bir sefere bıraktık.
Kaşgar-Urumçi arası uçakla yaklaşık bir buçuk saat sürüyor. Halbuki Urumçi’den Kaşgar’a otobüsle ve trenle binbir türlü sıkıntı ve eziyetle bir buçuk günde varabilmiştik. Şincang Havayolları’nın Kaşgar güzergahında çalışan uçakları Pekin hattına göre daha küçük ama daha yeni ve rahat.

Tekrar Urumçi’de
Urumçi’ye sabahın erken saatlerinde vardık. Ama bu sefer sadece bir aktarma noktası olarak. Ama havaalanı sabah 6’ya kadar kapalı tutulduğu için Urumçi’nin şehir merkezinde kendimize bir otel ayarlamak zorunda kaldık. Havaalanı görevlilerinden taksi şoförlerine, oradan otel çalışanlarına kadar işimizi gördüğümüz herkes Çinliydi. Ve hiç biri ne İngilizce ne de Uygurca biliyordu. Üstelik bizim Çince bilmediğimizi anladıkları halde sürekli Çince konuşmakta ısrar ediyorlardı. Taksi şoförü gibi ticari amaçlı çalışan kimseler özellikle yabancı turistlere iki üç misli tarife uygulamaya çalışıyorlar. Bu açgözlülüğe rağmen zahmet edip de iki kelime de olsa işlerine çok yarayacak İngilizce’yi öğrenmiyorlar.
Uygurlar da turistlere bir şey satarken yabancılardan daha fazla istiyorlar ama daha girişkenler. Yabancılarla alışveriş yapmak isteyenler çat pat İngilizce ya da gerekirse Japonca öğrenmeye çalışıyorlar. Üstelik daha kibarlar. Tabii Türkiye’den gelenler ayrıcalıklı bir konuma sahip. Biraz Türkçe konuştuğunuz zaman sizi “yahşi Uygurca” bildiğiniz için tebrik ediyorlar. Bu da tatlı bir sohbetin başlangıcı demek. Bir Doğu Türkistan seyahati işte böyle geçti.

[1] Bu yazı, Çin’in Şincang Uygur Özerk Bölgesine Temmuz 2000’de gerçekleştirilen onbeş günlük bir gezideki izlenimlere dayanılarak yazılmıştır. Bu yazıda “Doğu Türkistan” ve “Şincang” kelimeleri eş anlamlı olarak kullanılmıştır.
[2] Çin çok geniş bir ülke olamsına rağmen resmi olarak tek bir saat dilimi kullanılıyor. Bu yüzden Pekin’den uzaklaştıkça insanlar o bölgenin yerel saatini kullanıyorlar. Ancak resmi daireler yerel saate göre değil, resmi saate göre mesai uyguluyorlar.
[3] Uygurlar, yazı dili olarak halen Arap harflerini kullanıyorlar.
* Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF, Uluslarrası İlşikiler Bölümü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder